Bilim Adamlarının Hayatı
1 sayfadaki 1 sayfası
Bilim Adamlarının Hayatı
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
ALBERT EINSTEIN (1879-1955)
Alman asıllı ABD'li fizikçi Albert Einstein, bütün insanlık tarihinin en büyük bilim adamlarından biridir. Çağdas fiziğin temellerini atan çalısmalarından bugün bile evreni ve evrende gözlediğimiz bütün olayları nasıl yorumlamamız gerektiğine dair yol gösterir.
Yahudi bir ailenin oğlu olan Einstein, Ulm'da doğdu ve Münih'te öğrenime başladı. Okul yıllarında matematiğe özel bir ilgi duyarak bu alanda sivrildi. 15 yaşındayken ailesi İtalya'nın Milano kentine taşınınca Einstein İsviçre'ye geçerek Zürich Teknik Üniversitesi'ne girdi. 1900 de bu üniversitenin kuramsal fizik ve matematik bölümünü bitirdi. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Bern'deki patent bürosunda çalışmaya başladı bu görevden arta kalan zamanlarda fizik çalışmalarını sürdürdü ve 1905 te fiziğin gelişmesini sağlayan bir dizi incelemeler yaptı.
Molekül boyutlarının hesaplanmasına ilişkin yeni bir yöntem önerdiği ilk incelemesiyle Zürich Teknik Üniversitesi'nden fizik doktoru ünvanını aldı. İskoçyalı botanikçi Robert Brown'un çiçektozlarında gözlemlediği "Brown hareketi"ne ilişkindi. Brown'ın gözlemlerine göre çiçektozları gibi küçük parçacıklar durgun bir sıvının içinde bile, durmadan hereket ediyordu. Daha önceleri bu olayın rastgele hareket eden sıvı moleküllerinin küçük parçalara çarpmasından olduğu düşünülüyordu. Einstein bu incelemesinde brown hareketin bi matematiksel durum olarak açıkladı.
Einstein'ın üçüncü makalesinde gene yıllar önce keşfedilmiş çok ilginç bir olaya açıklık getiriyordu. Üzerine ışık gönderilen bazı maddelerin elektron yaydığı ama ışığın şiddetini arttığında yayılan elektronların enerjisinde değil yalnızca sayısında artış olduğu biliniyordu. Einstein fotoelektrik etki adıyla bilinen bu olayın açıklamasını yaparken ışığın hem dalgalar halınde hem de enerji yüklü küçük parçacıklar halinde yayıldığını öne sürdü. Bu parçacıklar yani bugünkü adıyla fotonlar maddeye çarptığında atomlardan elektron koparıyor ama serbest kalan elektronlar maddeden kurtulmaya çalısırken atomların çekim kuvvetiyle enerji kaybediyordu. Einstein özellikle bu çalısmasıyla 1921 Nobel Fizik Ödülü'ne değer görüldü.
Einstein aynı yıl yayımlanan dördüncü incelemesi en önemlisidir. Bu makalesinde özel görecelik kuramını 1916 da dahada geliştirerek genel görecelik kuramına ulaşmıştır. Einstein'ın kuramına göre cismin kütlesi,uzunluğu hatta olay süresince zamanın akış hızı cismin hızına bağlı olarak değişir. Bunlar insana inanılmaz gelen devrimci düşüncelerdi ve benimsenmesi çok uzun zaman aldı. Einstein'ın görecelik kuramıyla vardığı en önemli sonuçlardan biri de kütle ile enerjinin eşdeğerliliğidir. Demek ki kütle bir enerji birimi olduğuna göre kütleçekimi de bir kuvvet olarak değil uzayda kütlenin varlığından kaynaklanan bir enerji bandı olarak düşünmek gerekir. Bu nedenle uzaydaki büyük kütleli gökcisimlerinin yakınından geçen ısık ısınlarının doğrultusunda bir sapma olur bu da uzayın eğrilmesine yol açar. Einstein enerji ile kütle arasındaki eşitliği ünlü E=mc2(KARE) bağıntısıyla gösterdi. (E)enerji, (c)ısığın çarpma sayısı, (m) kütle. Işık hızının karesi çok büyük bir sayı olduğundan çok küçük bir kütle çok büyük bir enerjiye eşit olur.
Dünyaca ünlü bir bilim adamı olan Einstein 1914 te Berlin'de kurulan bir arastırma enstütüsünde fizik bölümünün yoneticiliğine getirildi. I. Dünya Savaşı boyunca Almanya'da yasadı ve kararlı barışsever olarak savas karsıtı eylemleri destekledi. 1918 de barışı büyük bir sevinçle karşıladı. Ama 1933 te Nazi Partisi'nin iktidara gelmesi ve yahudilere karşı yürüttükleri eylemler yüzünden artık Almanya'da yaşaması olanaksızdı. Amerika'ya yerleşerek yaşamının sonuna kadar uğraşacağı "Birleşik Alan Kuramı" üstünde çalısmaya basladı. Ne var ki kuvvetle ilişkin bütün fizik kuramlarını tek bir kuramda birleştirmeyi amaçlayan bu çalısmasını sonlandıramadı.
Einstein bütün yaşamı boyunca dünya sorunlarıyla cok yakından ilgilendi. Gerçek bir barışsever olmasına karsın Hitler Almanyasında atom bombası yapmak üzere çalısmalar başladığını öğrenince Almanya ve Japonya'nın böyle bir bombayı kullanmalarını engeller düşüncesiyle atom bombasının ilk kez ABD de yapılmasına ön ayak oldu. Ama II. Dünya Savaşı'nda bu bombaların Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılmasından sonra atom silahının denetlenmesini ve dünya barısının kurulmasını içtenlikle destekledi.
Alçakgönüllü ve sevecen bir insan olan Einstein aynı zamanda bir müziksever ve yetenekli bir kemancıydı.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sir Issac Newton
Newton (1642 - 1727), tarihin yetiştirdiği en büyük bilim adamlarından biridir ve matematik, astronomi ve fizik alanlarındaki buluşları göz kamaştırıcı niteliktedir; klasik fizik onunla doruğa erişmiştir. Bilime yaptığı temel katkılar, diferansiyel ve entegral hesap, evrensel çekim kanunu ve Güneş ışığının yapısı olarak sıralanabilir. Çalışmalarını Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri (Principia) ve Optik adlı eserlerinde toplamıştır.
Newton, diferansiyel integral hesabı bulmuştur ve bu buluşu 17. yüzyılda ortaya çıkan ve çözümlenmek istenen bazı problemlerden kaynaklanmaktadır.
Bu problemlerden ilki, bir cismin yol formülünden, herhangi bir andaki hız ve ivmesini, hız ve ivmesinden ise aldığı yolu bulmaktı. Bu problem ivmeli hareketin incelenmesi sırasında ortaya çıkmıştı; buradaki güçlük, 17. yüzyılda ilgi odağı haline gelen ansal hız, ansal ivmenin hesaplanması (hızın veya ivmenin bir andan diğer bir ana değişmesini belirlemek) idi.
Örneğin, ansal hız bulunurken, ortalama hız durumunda olduğu gibi, alınan yol geçen süreye bölünerek hesaplanamaz, çünkü verilen bir an içinde alınan yol ve süre sıfırdır; sıfırın sıfıra oranı ise anlamsızdır. Bu biçim hız ve ivme değişimleri diferansiyel hesap ile bulunabilir.
İkinci problem, bir eğrinin teğetini bulmaktı. Bu problem hem bir geometri problemiydi, hem de çeşitli alanlardaki uygulamalarda çok önemliydi. Bu problemlerin çözümü için diferansiyel hesabı uygulamak gerekir.
Üçüncü problem de, bir fonksiyonun maksimum veya minimum değerlerinin bulunması sorunuydu. Örneğin, gezegen hareketlerinin incelenmesinde, bir gezegenin Güneş'ten en büyük ve en küçük mesafelerinin bulunması gibi maksimum ve minimum problemleri ile karşılaşılmaktaydı.
Dördüncü problem ise, bir gezegenin verilen bir süre içinde aldığı yol, eğrilerin sınırladığı alanlar, yüzeylerin sınırladığı hacimler gibi problemlerdi. Bunların çözümleri integral hesap yardımıyla bulunur.
Newton 1665 yılında uzunluklar, alanlar, hacimler, sıcaklıklar gibi sürekli değişen niceliklerin değişme oranlarının nasıl bulunacağı üzerinde düşünmeye başlamıştı. Bir niceliğin diğer birine göre ansal değişme oranını (dx/dy) diferansiyel hesap ile bulmuş ve bu işlemin tersiyle de (integral hesap) sonsuz küçük alanların toplamı olarak eğri alanların bulunabileceğini göstermiştir. Newton, iki mekanik problemin çözümünü bulmaya çalışırken diferansiyel entegral hesabı geliştirmiştir. Bu problemler:
1) Gezegenin hareketi sırasında yörüngesi üzerinde katettiği yoldan, herhangi bir andaki hızını bulmak,
2) Gezegenin hızından, herhangi bir anda yörüngesinin neresinde bulunacağını hesap etmekti.
Bu problemlerin çözümüne hazırlık olarak Newton, y = x2 denkleminde herhangi bir andaki yolu y, ve düzgün bir dx hızı ile alınan başka bir andaki yolu da x ile göstererek, 2xdx'in aynı anda y yolunu alan hızı temsil edeceğini söylemiştir.
Newton diferansiyel-integral hesabı bulduğunu 1669 yılına kadar kimseye haber vermemiş ve ancak 42 yıl sonra yayınlamıştır. Bundan dolayı da Leibniz ile aralarında öncelik problemi söz konusu olmuştur. Leibniz, Newton'dan daha iyi bir notasyon kullanmış, x ve y gibi iki değişkenin mümkün olan en küçük değişimlerini dx ve dy olarak göstermiştir.
1684 yılında yayımladığı kitabında dxy= xdy+ ydx, dxn= nxn-1, ve d(x/y)=(ydx-xdy)/y2 formüllerini vermiştir.
Newton matematiğin başka alanlarına da katkıda bulunmuştur. Binom ifadelerinin tam sayılı kuvvetlerinin açılımı çok uzun zamandan beri biliniyordu. Pascal, katsayıların birbirini izleme kuralını bulmuştu; ancak kesirli kuvvetler için binom açılımı henüz yapılmamıştı. Newton (x-x2)1/2 ve (1-x2)1/2 açılımlarını sonsuz diziler yardımıyla vermiştir.
Principia'da Newton, Galilei ile önemli değişime uğrayan hareket problemini yeniden ele alır. Uzun yıllar Aristoteles'in görüşlerinin etkisinde kalmış olan bu problemi Galilei, eylemsizlik ilkesiyle kökten değiştirmiş ve artık cisimlerin hareketinin açıklanması problem olmaktan çıkmıştı.
Ancak, problemin gök mekaniğini ilgilendiren boyutu hâlâ tam olarak açıklanamamıştı. Galilei'nin getirdiği eylemsizlik problemine göre dışarıdan bir etki olmadığı sürece cisim durumunu koruyacak ve eğer hareket halindeyse düzgün hızla bir doğru boyunca hareketini sürdürecektir.
Aynı kural gezegenler için de geçerlidir. Ancak gezegenler doğrusal değil, dairesel hareket yapmaktadırlar. O zaman bir problem ortaya çıkmaktadır. Niçin gezegenler Güneş'in çevresinde dolanırlar da uzaklaşıp gitmezler?
Newton bu sorunun yanıtını, Platon'dan beri bilinmekte olan ve miktarını Galilei'nin ölçtüğü gravitasyonda bulur. Ona göre, Yer'in çevresinde dolanan Ay'ı yörüngesinde tutan kuvvet yeryüzünde bir taşın düşmesine neden olan kuvvettir. Daha sonra Ay'ın hareketini mermi yoluna benzeterek bu olayı açıklamaya çalışan Newton, şöyle bir varsayım oluşturur:
Bir dağın tepesinden atılan mermi yer çekimi nedeniyle A noktasına düşecektir. Daha hızlı fırlatılırsa, daha uzağa örneğin A' noktasına düşer. Eğer ilk atıldığı yere ulaşacak bir hızla fırlatılırsa, yere düşmeyecek, kazandığı merkez kaç kuvvetle, yer çekim kuvveti dengeleneceği için, tıpkı doğal bir uydu gibi Yer'in çevresinde dolanıp duracaktır
Böylece yapay uydu kuramının temel prensibini de ilk kez açıklamış olan Newton, çekimin matematiksel ifadesini vermeye girişir. Kepler kanunlarını göz önüne alarak gravitasyonu F = M.m /r olarak formüle eder. Daha sonra gözlemsel olarak da bunu kanıtlayan Newton, böylece bütün evreni yöneten tek bir kanun olduğunu kanıtlamıştır. Bundan dolayı da bu kanuna evrensel çekim kanunu denmiştir.
Newton'un diğer bir katkısı da fizikte kuramsal evreyi gerçekleştirmiş olmasıdır. Kendi zamanına kadar bilimde gözlem ve deney aşamasında bir takım kanunların elde edilmesiyle yetinilmişti. Newton ise bu kanunlar ışığında, o bilimin bütününde geçerli olan prensiplerin oluşturulduğu kuramsal evreye ulaşmayı başarmış ve fiziği, tıpkı Eukleides'in geometride yaptığına benzer şekilde, aksiyomatik hale getirmiştir. Dayandığı temel prensipler şunlardır:
1. Eylemsizlik prensibi: Bir cisme hiçbir kuvvet etki etmiyorsa, o cisim hareket halinde ise hareketine düzgün hızla doğru boyunca devam eder, sükûnet halindeyse durumunu korur.
2. Bir cisme bir kuvvet uygulanırsa o cisimde bir ivme meydana gelir ve ivme kuvvetle orantılıdır (F = m.a).
3. Etki tepki prensibi: Bir A cismi bir B cismine bir F kuvveti uyguluyorsa, B cismi de A cismine zıt yönde ama ona eşit bir F kuvveti uygular.
Newton'un ağırlıkla ilgilendiği bir diğer bilim dalı da optiktir. Optik adlı eserinde ışığın niteliğini ve renklerin oluşumunu ayrıntılı olarak incelemiştir ve ilk kez güneş ışığının gerçekte pek çok rengin karışımından veya bileşiminden oluştuğunu, deneysel olarak kanıtlamıştır.
Bunun için karanlık bir odaya yerleştirdiği prizmaya güneş ışığı göndererek renklere ayrılmasını ve daha sonra prizmadan çıkan ışığı ince kenarlı bir mercekle bir noktaya toplamak suretiyle de tekrar beyaz ışığı elde edebilmiştir. Ayrıca her rengin belirli bir kırılma indisi olduğunu da ilk bulan Newton'dur.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Charles Darwin
Lamarck gibi türlerin değiştiğini kabul eden bir başka bilim adamı da Darwin'dir. Charles Darwin (1809-1882) Gallapagos Adaları'nda, evcil hayvanlar, özellikle güvercinler üzerinde yapmış olduğu araştırmaların sonuçlarını Türlerin Kökeni adlı eserinde sunmuştur.
Evrim teorisi olarak adlandırılan bu teoriye göre, koşulların değişmesine bağlı olarak canlı ya hemen değişir ya da uzun zaman içinde değişim gösterir. Eğer canlı değişmezse, yaşam şansını kaybeder. ‚ünkü yaşam ilkesi ekonomidir; her şeyin belli bir işlevi vardır ve o işlevi en iyi şekilde yapmak zorundadır; ona uymayan canlı kaybolur.
Eğer yaşam şartları değişmişse, canlının da buna bağlı olarak değişmesi gerekir; aksi taktirde mevcut fakat işe yaramayan bazı kısımlarını ya da organlarını beslemek ve kendi gücünü korumak için kullanacağı besinini gereksiz yere sarfetmek zorunda kalır.
Bu durumda yaşam savaşında başarılı olma şansını zorlar, hatta kaybedebilir. Bundan dolayıdır aynı görevi yapan organın sayısı fazlaysa, bunlar değişime uğrar ya da uzun süre değişmemiş organlar ve nisbeten az gelişmiş, basit canlılar, aynı şekilde, değişime geçirirler.
Canlı değişime konu olduğunda, kollar gibi benzer organları birlikte değişir. Genellikle, canlıdaki küçük gruplar, örneğin çeşitler türlere ve türler cinslere (genus) göre daha kolay değişmek-tedir.
Canlıda iki güç vardır: Doğa koşullarına uymak için en faydalı ve gerekli organları tutup diğerlerini atması, yani doğal eleme ve ataya geri dönme isteği. Genellikle, bu güçlerden birincisi hakim olur ve canlı doğa koşullarına göre değişir, ancak zaman zaman canlıda geriye dönüşler görülebilir. Bu geriye dönüşler bazen 20 nesil sonra bile görülebilmektedir.
Darwin'in canlıda değişimin ne kadar sürede oluştuğu gibi, evrim teorisiyle açıklayamadığı bazı sorular da vardı. Darwin bu soruya kesin bir yanıt vermez; ona göre bu, çok uzun bir zaman kesitini kapsayabilir.
Evrim teorisi zamanında ve daha sonra büyük tepkilere yol açmıştır. Bazı bilim adamları onu desteklerken, bazıları da şiddetle karşı çıkmıştır. Gerek karşı çıkanlar gerekse destekleyenler, teorinin lehinde ve aleyhinde deliller toplarken, biyolojinin gelişmesine de katkıda bulunmuşlar, özellikle embriyoloji, jeoloji, paleoantropoloji ve karşılaştırmalı anatomi konularındaki çalışmalardan delillerle görüşlerini desteklemişlerdir.
Darwin'e karşı olan bilim adamları canlının değişmediğini, türlerin sabit olduğunu kabul etmişlerdir. Onlara göre, değişme söz konusu olamaz; çünkü canlı yeni koşullara uymaya çalışırken, bunu başaramaz ve yok olur.
Örneğin, iklim değişip de ortalık bataklığa dönüştüğünde, canlı uyum sağlayamadan bataklıkta yok olup gider. Bunlar sönmüş türleri meydana getirir. Bunların en güzel delillerini fosiller bize sağlamaktadır.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Thomas Edison
İnsanlık tarihinin en büyük mucitlerinden biri olan Thomas Edison, 11 Şubat 1847’de Amerika’nın Ohio eyaletinde dünyaya geldi. Alman – İngiliz asıllı ve Hollanda göçmeni, koltukçu bir babanın ve İskoç asıllı eski bir Öğretmen olan annenin son ve yedinci çocuklarıydı. Babası’nın Milano’da işi bozulunca yedi yaşında Michigan'daki Mich Port Huron’a göç etmek zorunda kalmışlardı. Edison burada orta halli bir ailenin çocuğu olarak büyümeğe başladı ve ilköğrenimine burada başladı.
Fakat başladıktan yaklaşık üç ay sonra algılamasının yavaşlığı nedeniyle okuldan uzaklaştırıldı. Bundan sonraki üç yıl boyunca özel bir öğretmen tarafından eğitildi. Son derece meraklı ve yaratıcı kişiliğe sahip bir çocuk olan Edison, 10 yaşına geldiğinde kendisini fizik ve kimya kitaplarına verdi.
Oniki yaşına geldiğinde ailesine yardım etmek için Port Huron ile Detroit arasında çalışan trende gazete satmaya başlayan Edison, evlerindeki laboratuvarını trenin yük vagonuna taşıyarak, çalışmalarını burada sürdürdü. Bu dönemde Edison; Michael Faraday’ın “Experimental Research in Electricity” adlı yapıtını okudu ve derinden etkilendi.
Bunun üzerine bir yandan Faraday'ın deneylerini tekrarladı bir yandan da kendi deneylerine ağırlık vererek daha düzenli çalışmaya ve notlar tutmaya başladı.
Onbeş yaşına gelince kendi kazandığı tüm parayı bir baskı makinesine yatırdı ve Weekly Herald adlı bir gazete çıkardı. Bu gazetenin yazılarını kendisi trende yazıyor ve evde basıyordu. Ancak bir gün hareket halindeki bir furgona atlarken bir tren memuru tarafından yakalandı. Memur kulağını o kadar çekti ki günlerce kulak ağrısından kıvranmak zorunda kaldı. Ancak bu olay sonradan daha da ilerleyen sağırlığının başlangıcı oldu.
Edison onaltı yaşındayken telgrafçılığı öğrendi ve ve dört yıl boyunca Middle West’te telgraf memuru olarak dolaştı. Bir Mucit olma isteği onda bu yıllarda başladı.
1868'de kendine atölye kurdu ve aynı yıl geliştirdiği elektrikli bir oy kayıt makinasının patentini aldı. Aygıt oldukça ilgi topladı ama kimse tarafından satın alınmadı. Tüm parasını yitiren Edison, Boston'dan ayrılarak New York'a yerleşti. Edison'un şansı altın borsasının düzenlenmesinde kullanılan telgrafın bozulması üzerine döndü.
Borsa yetkililerinin istemi üzerine aygıtı ustaca tamir eden Edison, Western Union Telegraph Company'den geliştirilmekte olan telgraflı kayıt aygıtları üzerinde yetkinleştirme çalışması yapma önerisi aldı. Bunun üzerine bir arkadaşı ile birlikte Edison Universal Stock Printer mühendislik şirketini kurdu. Ve sattığı patentlerle kısa sürede önemli bir servet edindi.
Bu parayla New Jersey'deki Newark'ta bir imalathane kurarak telgraf ve telem aygıtları üretmeye başladı. Bir süre sonra imalathanesini kapatarak New Jersey'deki Menlo Park'ta bir araştırma laboratuvarı kurdu ve tüm zamanını yeni buluşlar yapmaya yönelik çalışmalara ayırdı. Edison’un patentini aldığı 1300’den fazla icadı vardır.
Edison, 1876'da Graham Bell'in geliştirdiği konuşan telgraf üzerinde çalışmaya başladı. Aygıta karbondan bir iletici ekleyerek telefonu yetkinleştirdi. Ses dalgalarının dinamiği üzerine yaptığı bu çalışmalardan yararlanarak 1877'de sesi kaydedip yineleyebilen gramafonu geliştirdi. Geniş yankı uyandıran bu buluşu ününün uluslararası düzeyde yayılmasına neden oldu.
1878'de William Wallace'in yaptığı 500 mum güçündeki ark lambasından etkilenen Edison, bundan daha güvenli olan ve daha ucuz bir yöntemle çalışan yeni bir elektrik lambasını geliştirme çalışmasına girişti. Bu amaçla açtığı bir kampanyanın yardımıyla önde gelen işadamlarının parasal desteğini sağladı ve Edison Electric Light Company'yi kurdu.
Oksijenle yanan elektrik arkı yerine havası boşaltılmış bir ortamda (vakum) ışık yayan ve düşük akımla çalışan bir ampul yapmayı tasarlıyordu. Bu amaçla 13 ay boyunca flaman olarak kullanabileceği bir ****l tel yapmaya uğraştı. Sonunda 21 Ekim 1879'da özel yüksek voltajlı elektrik üreteçlerinden elde ettiği akımla çalışan karbon flamanlı elektrik ampulünü halka tanıttı. Üç yıl sonra New York sokakları bu lambalarla aydınlanacaktı.
1879’da Edison bir elektrik ampulü icat etti. Kömürleştirilmiş iplikten Flamanlarla deneyler yaptıktan sonra karbonlaştırılmış kağıt flamanda karar kıldı. 1880’de evde güvenle kullanılabilecek ampuller üreterek tanesini 2,5 dolara satmaya başladı. Ancak 1878 yılında bir İngiliz bilim adamı olan Joseoh Swan da bir elektrik ampulü icat etmiştir. Ampul camdı ve içinde kömürleştirilmiş bir flaman bulunuyordu. Swan, ampulün içindeki havayı boşlattı çünkü havasız ortamda flaman yanıp tükenmiyordu. İşte son olarak da bu iki adam güçlerini birleştirmeye karar vererek Edison ve Swan Elektrikli Aydınlatma Şirketi’ni kurdular.
İki kez evlenerek altı çocuk sahibi olan Edison yaşamının sonuna kadar yeni buluşlar yapmaya devam etti. Geriye çığır açıcı buluşlarını yanı sıra, gözlemleriyle dolu 3.400 not defteri bıraktı.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Farabi
Felsefenin Müslümanlar arasında tanınmasında ve benimsenmesinde büyük görevler yapmış olan Türk filozoflarının ve siyasetbilimcilerinden Fârâbî'nin, fizik konusunda dikkatleri çeken en önemli çalışması, Boşluk Üzerine adını verdiği makalesidir. Fârâbî'nin bu yapıtı incelendiğinde, diğer Aristotelesçiler gibi, boşluğu kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Fârâbî'ye göre, eğer bir tas, içi su dolu olan bir kaba, ağzı aşağıya gelecek biçimde batırılacak olursa, tasın içine hiç su girmediği görülür; çünkü hava bir cisimdir ve kabın tamamını doldurduğundan suyun içeri girmesini engellemektedir. Buna karşılık eğer, bir şişe ağzından bir miktar hava emildikten sonra suya batırılacak olursa, suyun şişenin içinde yükseldiği görülür. Öyleyse doğada boşluk yoktur.
Ancak, Fârâbî'ye göre ikinci deneyde, suyun şişe içerisinde yukarıya doğru yükselmesini Aristoteles fiziği ile açıklamak olanaklı değildir. Çünkü Aristoteles suyun hareketinin doğal yerine doğru, yani aşağıya doğru olması gerektiğini söylemiştir.
Boşluk da olanaksız olduğuna göre, bu olgu nasıl açıklanacaktır? Bu durumda Aristoteles fiziğinin yetersizliğine dikkat çeken Fârâbî, hem boşluğun varlığını kabul etmeyen ve hem de bu olguyu açıklayabilen yeni bir varsayım oluşturmaya çalışmıştır. Bunun için iki ilke kabul eder:
1. Hava esnektir ve bulunduğu mekanın tamamını doldurur; yani bir kapta bulunan havanın yarısını tahliye edersek, geriye kalan hava yine kabın her tarafını dolduracaktır. Bunun için kapta hiç bir zaman boşluk oluşmaz.
2. Hava ve su arasında bir komşuluk ilişkisi vardır ve nerede hava biterse orada su başlar.
Fârâbî, işte bu iki ilkenin ışığı altında, suyun şişenin içinde yükselmesinin, boşluğu doldurmak istemesi nedeniyle değil, kap içindeki havanın doğal hacmine dönmesi sırasında, hava ile su arasındaki komşuluk ilişkisi yüzünden, suyu da beraberinde ***ürmesi nedeniyle oluştuğunu bildirmektedir.
Yapmış olduğu bu açıklama ile Fârâbî, Aristoteles fiziğini eleştirerek düzeltmeye çalışmıştır. Ancak açıklama yetersizdir; çünkü havanın neden doğal hacmine döndüğü konusunda suskun kalmıştır.
Bununla birlikte, Fârâbî'nin bu açıklaması, sonradan Batı'da Roger Bacon tarafından doğadaki bütün nesneler birbirinin devamıdır ve doğa boşluktan sakınır biçimine dönüştürülerek genelleştirilecektir.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
İbn Sina (980 - 1037)
Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn Sînâ (980-1037) matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir.
Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuraminın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır. İbn Sînâ'ya göre, her element sadece kendisine özgü niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz ****llerden altın ve gümüş gibi daha değerli ****llerin elde edilmesi mümkün değildir.
İbn Sînâ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles'in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu.
İbn Sînâ bu çelişik durumu görmüş, yapmış olduğu gözlemler sırasında hava ile rüzgârın güçlerini karşılaştırmış ve Aristoteles'in haklı olabilmesi için havanın şiddetinin rüzgârın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır; oysa meselâ bir bir ağacın yakınından geçen bir ok, ağaca değmediği sürece, ağaçta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, rüzgar ağaçları sallamakta ve hatta kökünden kopartabilmektedir; öyleyse havanın şiddeti cisimleri taşımaya yeterli değildir.
İbn Sînâ'ya Aristoteles'in yanıldığını gösterdikten sonra, kuvvetle cisim arasında herhangi bir temas bulunmadığında hareketin kesintiye uğramamasının nedenini araştırmış ve bir nesneye kuvvet uygulandıktan sonra, kuvvetin etkisi ortadan kalksa bile nesnenin hareketini sürdürmesinin nedeninin, kasri meyil (güdümlenmiş eğim), yani nesneye kazandırılan hareket etme isteği olduğunu sonucuna varmıştır.
Üstelik İbn Sînâ bu isteğin sürekli olduğuna inanmaktadır; yani ona göre, ister öze âit olsun ister olmasın, bir defa kazanıldı mı artık kaybolmaz. Bu yaklaşımıyla sonradan Newton'da son biçimine kavuşan eylemsizlik ilkesi'ne yaklaştığı anlaşılan İbn Sînâ, aynı zamanda nesnenin özelliğine göre kazandığı güdümlenmiş eğimin de değişik olacağını belirtmiştir.
Meselâ elimize bir taş, bir demir ve bir mantar parçası alsak ve bunları aynı kuvvetle fırlatsak, her biri farklı uzaklıklara düşecek, ağır cismimler hafif cisimlere nispetle kuvvet kaynağından çok daha uzaklaşacaktır.
İbn Sînâ'nın bu çalışması oldukça önemlidir; çünkü 11. yüzyılda yaşayan bir kimse olmasına karşın, Yeniçağ Mekaniği'ne yaklaştığı görülmektedir. Onun bu düşünceleri, çeviriler yoluyla Batı'ya da geçmiş ve güdümlenmiş eğim terimi Batı'da impetus terimiyle karşılanmıştır.
İbn Sînâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir, ancak, İbn Sînâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16. yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19. yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-Kânûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir.
Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitab'ı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitab'ı basit ilaçlar, Üçüncü Kitab'ı patoloji, Dördüncü Kitab'ı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve Beşinci Kitab'ı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.
İslam tarihinde önemli adımların atıldığı bir dönemde bilim hususunda daha sonra gelişecek olan Avrupa biliminde de önemli etkileri olacak olan İbn Sina, geliştirdiği felsefeyle de daha sonraları bir çok İslam alimi tarafından da eleştirilmiştir.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Ferdinand Porsche
Alman otomobil tasarımcısı sonraları "böcek" adı altında dünya çapında satış rekorları kıran KdF- Wagen'i (otomobil) 1935'ten itibaren üretmeye başladı. Porsche, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilk spor otomobili geliştirdi.
Porsche, Maffersdorf/Bohemia'da musluk tamircisi bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Boş zamanlarında teknik ve elektrikle uğraştı. Liseyi bitirdikten sonra Viyana'ya giderek Teknik Üniversiteye dinleyici öğrenci olarak yazıldı. İlk işini elektrik motorları üreten bir işletmede buldu.
Otomobil tutkusunun farkına burada vardı. Lohner-Porsche Porsche 1900'daki Paris Fuarı'nda, kendi buluşu olan ve dingillerindeki elektrik motorlarıyla çalışan otomobili sergiledi.
Taşıt aracını Viyana saray arabaları yapımcısı Lohner şirketinin elemanı olarak yaptığı için, bu yeni otomobil Lohner-Porsche olarak tanındı. Bunun hemen ardından düşüncesini daha da geliştirerek elektrik motorlarını bir benzin motoru aracılığıyla besledi. Bu yeni tahrik biçimiyle şanzıman dişlisine gerek kalmıyordu.
Porsche teknik müdür olarak Viyana Neustadt'taki Austro-Daimler şirketine geçti. Burada tanınmış bir uzun mesafe yarışı olan Prinz-Heinrich-Fahrt için yaptığı otomobille yarışı bizzat kazandı.
Porsche ayrıca uçak motorları ve Birinci Dünya Savaşı'nda topları taşıyan çekici araç tasarımcısı olarak kendisine bir isim yaptıktan sonra, savaşın ardından tasarladığı iki binek otomobiliyle Austro-Daimler'deki son başarılarına imza attı. 1923'te firmanın Stuttgart'taki merkezine teknik müdür ve tasarımcı olarak geçti. Avusturya'daki Steyr şirketinde kısa bir süre (1928-30) çalıştıktan sonra, 55 yaşında bağımsızlığı seçti.
Kendi Şirketi Uluslararası bir şöhrete sahip olan Porsche, yorulmak bilmeksizin daha başka teknik yenilikler de geliştirdi ve çeşitli firmalar için komple yeni otomobiller tasarladı.
Esnekliği dolayısıyla yüklenme halinde dönebilen bir amortisör elemanı olan döner çubuk yaylanıcısını (süspansiyonunu) buldu. Sıkışık parasal durumunu, ardından gelen yıllarda Nasyonal Sosyalist rejimin önemli bir taşıt aracı danışmanı olarak düzeltti. İyi kişisel ilişkilerinin ve ortak çıkarlarının bulunduğu Hitler'in buyruğuyla Porsche, geniş halk kitlelerinin satın alabilecekleri sağlam bir otomobil tasarımına başladı.
Hitler'in diğer koşulları şunlardı: Saatte 100 kilometrelik hız, 4-5 kişilik yer,100 kilometrede en fazla 8 litrelik benzin tüketimi, 1.000 RM'nin (Reichsmark) altında satış fiyatı. 1936'da 4 silindirli Boxer motorlu, 22 beygir güçlü ve 984 cc hacimli ilk 3 test otomobili hazırdı.
Sonradan "Volkswagen" (böcek) olarak adlandırılan hava soğutmalı otomobil, önce Alman İşçi Birliği çerçevesindeki Nasyonal Sosyalist Yardım Kuruluşu "Kraft durch Freude"den (Neşeden güç doğar) esinlenerek "KdF-Wagen" olarak piyasaya çıktı. Porsche genelde bu otomobilin mucidi olarak kabul edildiği halde asıl konstrüksiyon planları, tasarımını 1925'ten itibaren geliştiren ve Porsche'ye 1932'de bunları boş yere öneren Çekoslavakya'lı Bela Barenyi'ye aitti.
Savaş İçin Tasarımlar 1937'de NSDAP'ye (Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi) giren Porsche bir yıl sonra SS'e de katıldı. Buna karşın, yalnız işini düşünen ve politikayla ilgisi olmayan bir insan olarak tanındı. Basit bir tasarımcıyken Wolfsburg'daki Volkswagen AG'nin kurucusu ve yöneticisi oldu. Porsche burada "böcek"in seri üretimine başladı.
Yeni teknik gelişmelere tutkun olan Porsche, İkinci Dünya Savaşı'nda askeri araç üretimine ağırlık verdi. Alman Devleti'nin en büyük ulusal onur madalyasını aldıktan sonra "profesör" ünvanını kullanabilen zırhlı araç tasarımcısı olarak ön plana geçti. Ayrıca Volkswagen'i askeri amaçla cip ve yüzer araç haline getirdi. Porsche'nin işletmesi savaşın bitmesine bir yıl kala Gmünd/ Karnten'e nakledildi.
Almanya'nın teslim oluşundan sonra tutuklanan Porsche bir Fransız cezaevinde kaldı. 1947'de kefaletle serbest bırakıldı. Bundan böyle, oğlu Ferry'nin yönetimi altında onarım işleri ve yedek parça üretimiyle ayakta kalmaya çalışan Karnten'deki fabrikasına kendini adadı.
1948'de kendi adı altında tanınan, 40 beygir gücündeki bir VW motoruyla donatılmış olan ilk spor arabasını piyasaya çıkarttı. İşletmesi 1950'de tekrar Stuttgart'a nakledildi ve Porsche burada 75 yaşında öldü
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Aristoteles
Aristoteles, Ege Denizi'nin kuzeyinde bulunan Stageria'da doğmuştur (M.Ö. 384-322). O dönemde, Stageria'da İyon kültürü egemendir ve Makedonyalıların buraları istila etmeleri bile bu durumu değiştirmemiştir. Bu nedenle Aristoteles'e bir İyonya filozofu denilebilir.
Annesi hakkında adından başka hiçbir şey bilinmemektedir; babası Nicomaihos, hekimdir ve Makedonya Krallarından Amyntus'un (M.Ö.393-370) hekimliğine getirildiğinde, ailesi ile birlikte Stageria'dan Makedonya'nın başkentine taşınmıştır.
Aristoteles burada öğrenim görmüş ve savaş yaşamına ilişkin ayrıntılı bilgiler ve deneyimler edinmiştir; bir taraftan İyon ve diğer taraftan Makedonya etkileriyle biçimlenmiş ve gençliğinde, ilgisini daha çok tıp üzerinde yoğunlaştırmıştır.
17 yaşına geldiğinde öğrenimini tamamlaması için Atina'ya gönderilen Aristoteles, hayatının 20 yılını (M.Ö. 367-347) burada geçirmiştir. Atina'ya gelir gelmez, Platon'un öğrencisi olarak Akademi'ye girmiş ve hocasının ölümüne kadar burada kalmıştır. Platon, sürekli olarak çekiştiği bu değerli öğrencisinin zekasına ve enerjisine hayran kalmış ve ona Yunanca'da akıl anlamına gelen Nous adını vermiştir. Atina'da kaldığı süre içerisinde Aristoteles, başka hocaları da izlemiş ve mesela Agora'da politik dersler almıştır.
Bir sarraf olarak iş hayatına atılmış ve daha sonra çok varlıklı olmuş Hermenias, kısa bir süre içinde çok geniş toprakları mülk edinmiş ve Aterneus'un yöneticiliğine gelmişti.
Akademi'nin öğrencisi ve hocası Platon'un hayranıydı. Onun devlet yönetimine ilişkin önerilerini çok olumlu karşılıyor ve Platon'un önderliğinde daha iyi bir yönetim oluşturmak istiyordu. Bu amaçla Assos'ta Akademi'nin kolu olan bir okul kurmuştu. Platon'un ölümünden sonra, Aristoteles bu okulda görev aldı ve üç yıl boyunca burada çalıştı. Bir ara Hermenias'ın yeğeni Pythias ile evlendi.
Aristoteles, Assos'ta kaldığı süre içerisinde, zaman zaman dostu Teofrastos'un memleketi olan Mytilen'e gitmiştir. Bu seyahatlar, Aristoteles'in gözlemler yapması ve kendisini yetiştirmesi açısından çok yararlı olmuştur.
Bu sıralarda II. Philip, oğlu İskender için iyi bir öğretmen aramaktaydı ve Assos'taki okulun yöneticisi olan Aristoteles, yavaş yavaş dikkatini çekmeye başlamıştı. Görev, Aristoteles'e önerildi ve o da bu öneriyi seve seve kabul ederek, II. Filip'in oturmakta olduğu Pella'ya gitti. Aristoteles'in öğretmenliği, 343 yılından 340 yılına kadar sürdü.
İskender, 336'da babası ölünce, onun yerine geçti ve eski öğretmeni Aristoteles'i danışman olarak atadı. Daha sonra İskender Yunanistan'daki ve Balkanlar'daki ayaklanmaları bastırmak üzere harekete geçince, Aristoteles, onu bırakarak, büyük idealini gerçekleştirmek amacıyla, yani yeni bir okul kurmak amacıyla Atina'ya döndü.
İskender'in M.Ö. 323 yılında ölmesi, Aristoteles'i çok güç bir durumda bırakmıştı; çünkü Lise'nin kurulması sırasında İskender'in yapmış olduğu yardımlar ve Hermenias için yazmış olduğu zafer türküsü, Atina'daki düşmanları tarafından hatırlanmıştı.
Aristoteles, dinsizlikle suçlandı ve Atinalıların, Sokrates'i ölüme mahkum etmekle işlemiş oldukları suçu yinelememeleri için Chalcis'e kaçtı ve orada yakalanmış olduğu bir hastalık sonucunda M.Ö. 322 yılında öldü.
Aristoteles'in hiçbir resmi kalmamıştır. Diogenes'e göre, ince bacaklı ve küçük gözlüymüş. Viyana'daki Sanat Tarihi Müzesi'nde sergilenmekte olan mermer başın Aristoteles'e ait olduğu iddia edilmekteyse de, bunu kanıtlayacak herhangi bir ipucu yoktur.
Aristoteles, İskender'i bırakarak Atina'ya döndüğünde, oradaki dostlarıyla buluşmuştu; ama aradan 20 yıl geçmiş olduğu için, artık eski okuluna dönemezdi. Başka bir okul kurmaya karar verdi ve bu maksatla kentin batısında bulunan ve Apollon Lyceios'un (Kurt Tanrı) anısına ayrılmış olan ormanlık alanı seçti. İşte bugün de kullanmakta olduğumuz Lise adı, bu Lyceios'tan gelmektedir.
Lise'de eğitim ve öğretimin nasıl yapıldığına ilişkin kesin bir bilgiye sahip değiliz; ancak bazı kaynakların bildirdiğine göre, sabahları yeni başlayanlara, akşamları ise geniş halk kitlelerine dersler verilmekteymiş.
Akademi ve Lise, aslında felsefe öğretimi veren okullardı. Ancak Akademi, daha çok ****fiziğe ve bu arada ahlak ve siyaset gibi konulara yönelmişti. Lise'de ise araştırmalar, Aristoteles'in daha çok mantık ve bilimlerle ilgilenmesi nedeniyle, bu alanlarda yoğunlaşmıştı.
Aristoteles 13 yıl boyunca Lise'nin yöneticiliğini yaptı ve ölümünden sonra yerine arkadaşı Teofrastos geçti. Teofrastos, 37 yıl bu okulun yöneticiliğini üstlendi ve yapmış olduğu yeni düzenlemelerle Lise'yi kurumsallaştırmayı başardı; ancak Lise, Akademi kadar uzun ömürlü olamadı.
Aristoteles'in matematik bilgisi araştırmalarına yeterli olacak düzeydeydi; bilimleri matematik, fizik ve ****fizik olarak üç bölüme ayırırken, Platon gibi, matematiğe - yani aritmetik, geometri, astronomi ve müzik bilimlerine - bir öncelik tanımıştı; ancak uygulamalı matematikle ilgilenmiyordu.
"Eşit şeylerden eşit şeyler çıkarılırsa, kalanlar eşittir." veya "Bir şey aynı anda hem var hem de yok olamaz (üçüncü durumun olanaksızlığı ilkesi)" gibi aksiyomların bütün bilimler için ortak olduğunu, postülaların ise sadece belirli bir bilimin kuruluşunda görev yaptığını söyleyerek, aksiyom ile postüla arasındaki farklılığa işaret etmişti. Aristoteles'in, süreklilik ve sonsuzluk hakkında yapmış olduğu temkinli tartışmalar, matematik tarihi açısından oldukça önemlidir. Sonsuzluğun gerçek olarak değil, gizil olarak varolduğunu kabul etmiştir. Bu temel sorunlar üzerindeki görüşleri, daha sonra Archimedes ve Apollonios tarafından yeniden işlenip değerlendirilecektir.
Aristoteles, astronomiye ilişkin görüşlerini Fizik ve ****fizik adlı eserlerinde açıklamıştır; bunun nedeni, astronomi ile fiziği birbirinden ayırmanın olanaksız olduğunu düşünmesidir. Aristoteles'e göre, küre en mükemmel biçim olduğu için, evren küreseldir ve bir kürenin merkezi olduğu için evren sonludur.
Yer evrenin merkezinde bulunur ve bu yüzden, evrenin merkezi aynı zamanda Yer'in de merkezidir. Bir tek evren vardır ve bu evren her yeri doldurur; bu nedenle evren-ötesi veya evren-dışı yoktur. Ay, Güneş ve gezegenlerin devinimlerini anlamlandırmak için Eudoxos'un ortak merkezli küreler sistemini kabul etmiştir.
Acaba Aristoteles bu kürelerin gerçekten varolduğuna inanıyor muydu? Elimizde buna ilişkin kesin bir kanıt bulunmamakla birlikte, geometrik yaklaşımı mekanik yaklaşıma dönüştürmüş olması, inandığı yönündeki görüşü güçlendirmektedir.
De Caelo'da (Gökler Üzerine) yapmış olduğu en son belirlemelere göre, en dışta bulunan Yıldızlar Küresi, yani evreni harekete getiren ilk hareket ettirici, aynı zamanda en yüksek tanrıdır. ****fizik'te ise, Yıldızlar Küresi'nin ötesinde, sevenin sevileni etkilediği gibi gökyüzü hareketlerini etkileyen, hareketsiz bir hareket ettiricinin bulunduğunu söylemiştir. Öyleyse Aristoteles, yalnızca gökcisimlerinin tanrısal bir doğaya sahip olduğuna inanmakla kalmamakta, onların canlı varlıklar olduğunu da kabul etmektedir.
Bu evrenbilimsel kuram, Fârâbî ve İbn Sinâ gibi Ortaçağ İslâm Dünyası'nın önde gelen filozofları tarafından da benimsenecek ve Kuran-ı Kerim'de tasvir edilen Tanrı ve Evren anlayışıyla uzlaştırılmaya çalışılacaktır.
Aristoteles'e göre, Evren, Ayüstü ve Ayaltı Evren olmak üzere ikiye ayrılır; Yer'den Ay'a kadar olan kısım, Ayaltı Evren'i, Ay'dan Yıldızlar Küresi'ne kadar olan kısım ise Ayüstü Evren'i oluşturur.
Bu iki evren yapı bakımından çok farklıdır. Ayüstü Evren ve burada yer alan gökcisimleri, eterden oluşmuştur; eterin, mükemmel doğası, Ayüstü Evren'e ezelî ve ebedî bir mükemmellik sağlar. Buna karşılık, Ayaltı Evren, her türlü değişimin, oluş ve bozuluşun yer aldığı bir evrendir.
Burası, ağılıklarına göre, Yer'in merkezinden yukarıya doğru sıralanan dört temel öğeden, yani toprak, su, hava ve ateşten oluşmuştur; toprak, diğer üç öğeye nispetle daha ağır olduğu için, en altta, ateş ise daha hafif olduğu için, en üstte bulunur. Aristoteles'e göre, bu öğeler, kuru ve yaş ile sıcak ve soğuk gibi birbirlerine karşıt dört niteliğin bireşiminden oluşmuştur.
Varlık biçimlerinin mükemmel olmaları veya olmamaları da Yer'in merkezine olan uzaklıklarına göre değişir. Bir varlık Yer'e ne kadar uzaksa, o kadar mükemmeldir. Bundan ötürü, merkezde bulunan Yer mükemmel olmadığı halde, merkeze en uzakta bulunan Yıldızlar Küresi mükemmeldir. Bu mükemmel küre, aynı zamanda Tanrı, yani ilk hareket ettiricidir.
Aristo'nun bu ve diğer görüşleri orta çağ boyunca bir çok filozozu etkilemiş, ve daha sonraki dönemleri de şekillendirmiştir. belki de felsefenin temel ilkeleri Arsito mantığı üzerine kurgulanmıştır.
NIKOLA TESLA
"Nikola Tesla" adı size bir şey hatırlatıyor mu? Tanıdık geliyor mu bir yerlerden? Eminim ki Tesla'nın adını duyan Türk vatandaşlarının sayısı pek azdır...
Nikola Tesla, bir takım çevrelerce bilim dünyasından adeta silinmeye çalışılan büyük bir isim. Tesla o kadar çok ve önemli bilimsel gelişmeye imza atmış bir şahsiyet ki kendisi ancak Edison ile kıyaslanabilir. Hatta ondan bile daha önemli işler yaptığını söylemek asla yanlış olmayacaktır.
Nikola Tesla 1856 yılında Hırvatistan'da dünyaya geldi. İnanılmaz bir hafızası vardı. Altı dili çok rahat konuşabiliyordu. Gratz'daki Bilim Enstitüsü'nde 4 sene Matematik, Fizik ve Mekanik okudu. Ama onun esas ilgi alanı elektrik oldu. O dönemlerde elektrik henüz emekleme dönemini yaşayan çok yeni bir bilim dalı durumundaydı. Akkor telli ampul daha icat edilmemişti bile.
Tesla 1884 yılında ABD'ye geldi. Cebindeki tavsiye mektubunun yardımı ile mucit Thomas Edison'un yanında çalışmaya başladı. Edison o günlerde akkor telli ampulü yeni icat etmişti ve elektriğin aktarılması konusunda bir sistem geliştirmeye çalışıyordu. Edison bu noktada doğru akıma (DC) güveniyordu. Ancak DC o kadar çok sorun çıkarıyordu ki bir türlü istediği sonuçları elde edemiyordu.
Bir gün Tesla'yı yanına çağırdı ve sistemdeki sorunları çözerse kendisine büyük bir maddi ödül vereceğini söyledi. Tesla, Edison'u, o günün parası ile 100,000, bugünün parasıyla milyonlarca Dolarlık bir masraftan kurtararak sistemdeki aksaklıkları giderdi. Ama Edison vaadettiği ödülü vermedi. Tesla, bu durum üzerine Edison'un laboratuarındaki görevinden istifa etti. Edison, sözünden dönmekle kalmadı bir de Tesla'nın bundan sonraki bilimsel kariyerini kötülemeye, onu aşağılamaya başladı. Bugün Tesla'nın bu kadar az bilinen bir isim olmasının altında Edison'un bu çabalarının büyük payı vardır.
Tesla elektriğin taşınması için Edison'unkinden çok daha iyi bir sistem geliştirdi. Sistemde DC yerine alternatif akım (AC) kullandı. Tesla'nın geliştirdiği transformatörler vasıtası ile elektriği ince kablolar üzerinden uzak mesafelere kayıpsız taşımak mümkündü artık. Oysa DC temeline dayanan aktarım sisteminde her bir mil kare için büyük bir elektrik santrali kurmak ve çok kalın kablolar kullanmak gerekiyordu.
Ancak taşınacak elektriği kullanacak cihazlar olmadan bu sistemin herhangi bir pratik anlamı yoktu.
Tesla bundan sonra elektrikle çalışan motorlar yapmaya başladı. 19uncu Yüzyıl'ın sonlarında hiçbir bilim adamı, AC kullanan motorların gerçek olabileceğine ihtimal vermiyordu. Saniyede altmış kere yön değiştiren bir akımla çalışan motorun bir ileri bir geri gideceğini ve sonuç olarak hiçbir yere gidemeyeceğini düşünüyorlardı. Tesla böyle düşünenleri yanıltarak ilk AC elektrik motorunu icat etti.
Tesla'nın en önemli özelliklerinden biri oturup şöyle ya da böyle bir cihaz ya da sistem geliştireceğini söylemesi sonra da bunu gerçekten de aynen dediği gibi yapmasıydı.
Bir keresinde, Edison'un çalışma yöntemleri hakkında şöyle konuşmuştu: "Edison, bir samanlıkta kayıp bir iğneyi bulmak durumunda olsa bir balarısı çalışkanlığı ile tüm samanların altına tek tek bakarak söz konusu iğneyi bulmaya çalışır. Ben bilimsel çalışmalarında buna sık sık tanık olurdum. Oysa biraz teorik çalışma, biraz da hesaplama yapmak suretiyle harcadığı vakit ve emeğin yüzde doksanından tasarruf edebilirdi."
Tesla öyle büyük bir bilim adamı idi ki daha dünya fluoresan ampulle tanışmadan 40 sene önce kendi laboratuarını fluoresan ampullerle aydınlatıyordu. Çeşitli dünya fuarlarında ve sergilerde cam tüpleri alıp ünlü bilim adamlarının adını oluşturan ampuller yapıyordu. Günümüzdeki neon ampullerin ilk örnekleriydi bunlar.
Tesla dünyanın ilk hidroelektrik santralinin de mucidiydi. Niagara Şelalesi'nin üzerinde kurulu olan ilk hidroelektrik santral, "Tesla" imzasını taşıyordu.
Otomobillerde kullanılan ilk hızölçeri de Tesla icat etti.
Bu arada AC konusundaki başarıları George Westinghouse adındaki bir girişimcinin kulağına gitmişti. Westinghouse, Tesla ile bir sözleşme imzaladı. Sözleşmeye göre, Westinghouse, sattığı her bir kilovat AC elektrik için Tesla'ya 2.50 Dolar verecekti. Tesla bir anda tasarladığı ama parasızlık nedeniyle gerçekleştiremediği çalışmaları için nakit paraya kavuşmuştu.
Ancak Edison da DC sistemi için büyük yatırımlar yapmıştı. Tesla'nın AC sistemini yerden yere vurmak konusunda her vesileyi ustalıkla değerlendiriyordu. AC'nin DC'ye oranla çok tehlikeli olduğunu iddia ediyordu. Tesla bu karalama kampanyasına karşı kendi pazarlama kampanyasını başlattı. 1893'te Chicago'da düzenlenen Dünya Fuarı'nda (fuarı 21 milyon kişi ziyaret etmişti) AC'nin ne kadar güvenli olduğunu göstermek içinden vücudundan geçirdiği elektrik ile çok sayıda ampul yaktı. Daha sonra kendi adını verdiği bobinleri kullanarak şimşek yaratıp bunları izleyicilerin üzerine fırlattı. Tabii ki kimseye bir şeycikler olmadı.
Tesla'nın Westinghouse'dan alacağı ücretin 1 milyon Dolar'ı geçmesi Westinghouse'ı malî sorunlarla yüz yüze getirdi. Tesla, sözleşmesi geçerli olduğu sürece Westinghouse'un iflas edebileceğini idrak ederek sözleşmesini yırtıp attı. Çünkü onun en büyük amacı insanlara ucuz AC elektrik verebilmekti. Dünyanın ilk milyarderi olmaktansa patentleri karşılığında kendisine ödenen 216,600 Dolar'a razı oldu.
1898 yılında, Madison Square Garden'da hazır bulunan izleyicilere, ilk uzaktan kumandalı tekneyi tanıştırdı.
Tesla halka ucuzdan da öte bedava elektrik enerjisi temin etme hayalleri kurmaya başlamıştı. 1900'de yatırımcı J.P. Morgan'ın 150,000 Dolar'lık malî desteği ile Long Island'da "Kablosuz Yayın Sistemi"ni kurdu. Bu yayın kulesi dünyanın ilk telefon ve telgraf hizmeti verecek, aynı zamanda dünyaya resim, borsa haberleri ve hava durumu yayını yapacak bir tasarımdı. Morgan bunun gerçek anlamda "bedava enerji" olduğunu anlayınca desteğini çekti. Morgan'ın desteğini çekmesi Tesla'yı finansal sorunlar içine sürükledi. Kule, hurda fiyatına alacaklılara satıldı. Dünya Tesla'nın çatlak olduğunu düşünmeye başlamıştı. O dönemde sesin, resimlerin ve elektriğin bu şekilde yayılması duyulmuş şey değildi çünkü.
Oysa insanların bilmediği bir şey vardı. Tesla'nın, Marconi'nin "radyoyu icat ettim" diye ortaya çıkmasından 10 sene önce radyonun temel çalışma prensiplerini ortaya koymuş olduğuydu. Aslında, 1943 yılında yani Tesla'nın öldüğü sene ABD Yüksek Mahkemesi Marconi'nin patentlerini Tesla'nın bu konuda daha önce gerçekleştirdiği çalışmalar nedeniyle iptal etti. Ancak bu konu neredeyse hasır altı edildi ve hemen hemen hiçbir zaman gündeme getirilmedi. Halâ bir çok başvuru kaynağında Marconi radyonun babası olarak gösterilirken Tesla'nın adından hiç söz edilmez. Şunu da belirtmekte fayda var: Marconi'nin radyosu ses iletmiyor sadece sinyal yayabiliyordu. Oysa bu, Tesla'nın Marconi'den seneler önce gerçekleştirdiği bir şeydi.
İşte bu noktada basın Tesla'nın iddialarını abartmaya başladı. Güya, Tesla, Mars'tan ve Venüs'ten sinyaller aldığını söylemişti. Bugün biliyoruz ki Tesla gerçekten de uzak birtakım yıldızlardan sinyaller almıştı. Ama o yıllarda uzay hakkında pek az şey biliniyordu. Basın, bilir bilmez Tesla'nın bazı iddialarını bire bin katarak kamuoyunun gündemine getiriyordu. Uzaylılarla konuştuğunu söyleyenler bile vardı.
Manhattan'daki laboratuarında çalışmalarını sürdüren Tesla, dünyayı, radyolardaki istasyon arama düğmesine benzer dev bir ayar düğmesi haline getirmeyi başarmıştı. Ayrıca yeryüzü ile aynı frekansta titreşim üretmeye yarayacak, buhar gücü ile işleyen bir titreşim cihazı yapmıştı. Sonuçta ne mi oldu? Yakın çevredeki bütün apartmanları sarsan şiddetli bir deprem meydana getirdi. Binalar zangır zangır sarsıldı, camlar kırıldı, boya ve sıvalar duvarlardan döküldü. Tesla'nın hesaplarına göre aynı sistemle Empire State binasını yok etmek hatta dünyayı ortasından ikiye ayırmak da pekala mümkündü. Tesla, bilim dünyanın rezonans frekanslarını hesaplamadan 60 sene önce bu işi yapmıştı. Tesla'nın dünyayı ikiye ayırmak konusunda deney yapmadığını düşünenler varsa hemen söyleyelim ki yanılıyorlar.
1899'da Colorado Springs'teki laboratuarında buna benzer bir girişimde bulundu. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna gidip sonra da kaynağına geri dönecek enerji dalgaları gönderdi. Dalgalar geri geldiğinde bu dalgalara bir miktar elektrik daha yükleyerek bir daha gönderdi. Sonuçta insan elinden çıkan en büyük şimşek yaratılmış oldu. Tam 40 metrelik dev bir şimşekti Tesla'nın bu deney sonucunda elde ettiği rekor hala kırılamamıştır. Şimşeğin gürültüsü 35 km. mesafeden işitildi. Laboratuvarın etrafındaki alan garip bir mavi ışıkla kaplandı. Ama bütün bunlar Tesla'nın esas gösterisi öncesinde yaptığı ısınma çalışmaları gibiydi. Ne yazık ki laboratuvarında deneylere devam ederken kendine ait elektrik santralinin donanımını havaya uçurdu ve bir daha da onarması mümkün olmadı.
1. Dünya Savaşı'nda ABD devleti Alman denizaltılarını tespit edecek bir sistem geliştirme çabasına girmişti ve bunun için Edison'dan yardım istemişti. Tesla'nın bu konudaki önerisi enerji dalgaları kullanmak oldu. Bugün bu sisteme radar demekteyiz. Edison, Tesla'nın önerisini doğal olarak reddetti. Çok saçma bir öneriydi ona göre bu öneri. Dünya, bu nedenle radarın icadını 25 sene beklemek zorunda kaldı.
Tesla'nın başarıları karşısında elde ettiği ödül neydi dersiniz? Edison Madalyası!.. Edison tarafından sürekli eleştirilen birine bundan daha kötü bir ödül olamazdı. Sanayi dünyasının onu bilim literatüründen silme çabası işe yaradı. Yaklaşık 20 sene tecrit edilmiş bir yaşam sürdü ve modern dünyanın kurucularından Nicola Tesla, 7 Ocak 1943'te, 86 yaşında neredeyse beş parasız bir şekilde öldü. Teorilerini deneyecek mali kaynaklardan yoksun olduğu için sadece not tutabiliyordu. Arkasında tonlarca not defteri bıraktı. Bu defterler FBI tarafından hasıraltı edildi. Gün ışığına çıkarılmadı.
Ömrü boyunca 800 icadın patentini aldı. Eğer mali destekten yoksun kalmasaydı Edison'un rekorunu rahatlıkla kırabilecek bir insandı. Hayatının son 30 senesinde pek az patent alabildi. Dünya ne yazık ki Tesla'nın dehasına sahip insanları mali açıdan ödüllendirmeyi pek sevmiyor. Ödüllendirilenler sadece orijinal fikirleri alıp bu fikirleri üretime dönüştürüp satanların oluyor.
ALBERT EINSTEIN (1879-1955)
Alman asıllı ABD'li fizikçi Albert Einstein, bütün insanlık tarihinin en büyük bilim adamlarından biridir. Çağdas fiziğin temellerini atan çalısmalarından bugün bile evreni ve evrende gözlediğimiz bütün olayları nasıl yorumlamamız gerektiğine dair yol gösterir.
Yahudi bir ailenin oğlu olan Einstein, Ulm'da doğdu ve Münih'te öğrenime başladı. Okul yıllarında matematiğe özel bir ilgi duyarak bu alanda sivrildi. 15 yaşındayken ailesi İtalya'nın Milano kentine taşınınca Einstein İsviçre'ye geçerek Zürich Teknik Üniversitesi'ne girdi. 1900 de bu üniversitenin kuramsal fizik ve matematik bölümünü bitirdi. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Bern'deki patent bürosunda çalışmaya başladı bu görevden arta kalan zamanlarda fizik çalışmalarını sürdürdü ve 1905 te fiziğin gelişmesini sağlayan bir dizi incelemeler yaptı.
Molekül boyutlarının hesaplanmasına ilişkin yeni bir yöntem önerdiği ilk incelemesiyle Zürich Teknik Üniversitesi'nden fizik doktoru ünvanını aldı. İskoçyalı botanikçi Robert Brown'un çiçektozlarında gözlemlediği "Brown hareketi"ne ilişkindi. Brown'ın gözlemlerine göre çiçektozları gibi küçük parçacıklar durgun bir sıvının içinde bile, durmadan hereket ediyordu. Daha önceleri bu olayın rastgele hareket eden sıvı moleküllerinin küçük parçalara çarpmasından olduğu düşünülüyordu. Einstein bu incelemesinde brown hareketin bi matematiksel durum olarak açıkladı.
Einstein'ın üçüncü makalesinde gene yıllar önce keşfedilmiş çok ilginç bir olaya açıklık getiriyordu. Üzerine ışık gönderilen bazı maddelerin elektron yaydığı ama ışığın şiddetini arttığında yayılan elektronların enerjisinde değil yalnızca sayısında artış olduğu biliniyordu. Einstein fotoelektrik etki adıyla bilinen bu olayın açıklamasını yaparken ışığın hem dalgalar halınde hem de enerji yüklü küçük parçacıklar halinde yayıldığını öne sürdü. Bu parçacıklar yani bugünkü adıyla fotonlar maddeye çarptığında atomlardan elektron koparıyor ama serbest kalan elektronlar maddeden kurtulmaya çalısırken atomların çekim kuvvetiyle enerji kaybediyordu. Einstein özellikle bu çalısmasıyla 1921 Nobel Fizik Ödülü'ne değer görüldü.
Einstein aynı yıl yayımlanan dördüncü incelemesi en önemlisidir. Bu makalesinde özel görecelik kuramını 1916 da dahada geliştirerek genel görecelik kuramına ulaşmıştır. Einstein'ın kuramına göre cismin kütlesi,uzunluğu hatta olay süresince zamanın akış hızı cismin hızına bağlı olarak değişir. Bunlar insana inanılmaz gelen devrimci düşüncelerdi ve benimsenmesi çok uzun zaman aldı. Einstein'ın görecelik kuramıyla vardığı en önemli sonuçlardan biri de kütle ile enerjinin eşdeğerliliğidir. Demek ki kütle bir enerji birimi olduğuna göre kütleçekimi de bir kuvvet olarak değil uzayda kütlenin varlığından kaynaklanan bir enerji bandı olarak düşünmek gerekir. Bu nedenle uzaydaki büyük kütleli gökcisimlerinin yakınından geçen ısık ısınlarının doğrultusunda bir sapma olur bu da uzayın eğrilmesine yol açar. Einstein enerji ile kütle arasındaki eşitliği ünlü E=mc2(KARE) bağıntısıyla gösterdi. (E)enerji, (c)ısığın çarpma sayısı, (m) kütle. Işık hızının karesi çok büyük bir sayı olduğundan çok küçük bir kütle çok büyük bir enerjiye eşit olur.
Dünyaca ünlü bir bilim adamı olan Einstein 1914 te Berlin'de kurulan bir arastırma enstütüsünde fizik bölümünün yoneticiliğine getirildi. I. Dünya Savaşı boyunca Almanya'da yasadı ve kararlı barışsever olarak savas karsıtı eylemleri destekledi. 1918 de barışı büyük bir sevinçle karşıladı. Ama 1933 te Nazi Partisi'nin iktidara gelmesi ve yahudilere karşı yürüttükleri eylemler yüzünden artık Almanya'da yaşaması olanaksızdı. Amerika'ya yerleşerek yaşamının sonuna kadar uğraşacağı "Birleşik Alan Kuramı" üstünde çalısmaya basladı. Ne var ki kuvvetle ilişkin bütün fizik kuramlarını tek bir kuramda birleştirmeyi amaçlayan bu çalısmasını sonlandıramadı.
Einstein bütün yaşamı boyunca dünya sorunlarıyla cok yakından ilgilendi. Gerçek bir barışsever olmasına karsın Hitler Almanyasında atom bombası yapmak üzere çalısmalar başladığını öğrenince Almanya ve Japonya'nın böyle bir bombayı kullanmalarını engeller düşüncesiyle atom bombasının ilk kez ABD de yapılmasına ön ayak oldu. Ama II. Dünya Savaşı'nda bu bombaların Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılmasından sonra atom silahının denetlenmesini ve dünya barısının kurulmasını içtenlikle destekledi.
Alçakgönüllü ve sevecen bir insan olan Einstein aynı zamanda bir müziksever ve yetenekli bir kemancıydı.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sir Issac Newton
Newton (1642 - 1727), tarihin yetiştirdiği en büyük bilim adamlarından biridir ve matematik, astronomi ve fizik alanlarındaki buluşları göz kamaştırıcı niteliktedir; klasik fizik onunla doruğa erişmiştir. Bilime yaptığı temel katkılar, diferansiyel ve entegral hesap, evrensel çekim kanunu ve Güneş ışığının yapısı olarak sıralanabilir. Çalışmalarını Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri (Principia) ve Optik adlı eserlerinde toplamıştır.
Newton, diferansiyel integral hesabı bulmuştur ve bu buluşu 17. yüzyılda ortaya çıkan ve çözümlenmek istenen bazı problemlerden kaynaklanmaktadır.
Bu problemlerden ilki, bir cismin yol formülünden, herhangi bir andaki hız ve ivmesini, hız ve ivmesinden ise aldığı yolu bulmaktı. Bu problem ivmeli hareketin incelenmesi sırasında ortaya çıkmıştı; buradaki güçlük, 17. yüzyılda ilgi odağı haline gelen ansal hız, ansal ivmenin hesaplanması (hızın veya ivmenin bir andan diğer bir ana değişmesini belirlemek) idi.
Örneğin, ansal hız bulunurken, ortalama hız durumunda olduğu gibi, alınan yol geçen süreye bölünerek hesaplanamaz, çünkü verilen bir an içinde alınan yol ve süre sıfırdır; sıfırın sıfıra oranı ise anlamsızdır. Bu biçim hız ve ivme değişimleri diferansiyel hesap ile bulunabilir.
İkinci problem, bir eğrinin teğetini bulmaktı. Bu problem hem bir geometri problemiydi, hem de çeşitli alanlardaki uygulamalarda çok önemliydi. Bu problemlerin çözümü için diferansiyel hesabı uygulamak gerekir.
Üçüncü problem de, bir fonksiyonun maksimum veya minimum değerlerinin bulunması sorunuydu. Örneğin, gezegen hareketlerinin incelenmesinde, bir gezegenin Güneş'ten en büyük ve en küçük mesafelerinin bulunması gibi maksimum ve minimum problemleri ile karşılaşılmaktaydı.
Dördüncü problem ise, bir gezegenin verilen bir süre içinde aldığı yol, eğrilerin sınırladığı alanlar, yüzeylerin sınırladığı hacimler gibi problemlerdi. Bunların çözümleri integral hesap yardımıyla bulunur.
Newton 1665 yılında uzunluklar, alanlar, hacimler, sıcaklıklar gibi sürekli değişen niceliklerin değişme oranlarının nasıl bulunacağı üzerinde düşünmeye başlamıştı. Bir niceliğin diğer birine göre ansal değişme oranını (dx/dy) diferansiyel hesap ile bulmuş ve bu işlemin tersiyle de (integral hesap) sonsuz küçük alanların toplamı olarak eğri alanların bulunabileceğini göstermiştir. Newton, iki mekanik problemin çözümünü bulmaya çalışırken diferansiyel entegral hesabı geliştirmiştir. Bu problemler:
1) Gezegenin hareketi sırasında yörüngesi üzerinde katettiği yoldan, herhangi bir andaki hızını bulmak,
2) Gezegenin hızından, herhangi bir anda yörüngesinin neresinde bulunacağını hesap etmekti.
Bu problemlerin çözümüne hazırlık olarak Newton, y = x2 denkleminde herhangi bir andaki yolu y, ve düzgün bir dx hızı ile alınan başka bir andaki yolu da x ile göstererek, 2xdx'in aynı anda y yolunu alan hızı temsil edeceğini söylemiştir.
Newton diferansiyel-integral hesabı bulduğunu 1669 yılına kadar kimseye haber vermemiş ve ancak 42 yıl sonra yayınlamıştır. Bundan dolayı da Leibniz ile aralarında öncelik problemi söz konusu olmuştur. Leibniz, Newton'dan daha iyi bir notasyon kullanmış, x ve y gibi iki değişkenin mümkün olan en küçük değişimlerini dx ve dy olarak göstermiştir.
1684 yılında yayımladığı kitabında dxy= xdy+ ydx, dxn= nxn-1, ve d(x/y)=(ydx-xdy)/y2 formüllerini vermiştir.
Newton matematiğin başka alanlarına da katkıda bulunmuştur. Binom ifadelerinin tam sayılı kuvvetlerinin açılımı çok uzun zamandan beri biliniyordu. Pascal, katsayıların birbirini izleme kuralını bulmuştu; ancak kesirli kuvvetler için binom açılımı henüz yapılmamıştı. Newton (x-x2)1/2 ve (1-x2)1/2 açılımlarını sonsuz diziler yardımıyla vermiştir.
Principia'da Newton, Galilei ile önemli değişime uğrayan hareket problemini yeniden ele alır. Uzun yıllar Aristoteles'in görüşlerinin etkisinde kalmış olan bu problemi Galilei, eylemsizlik ilkesiyle kökten değiştirmiş ve artık cisimlerin hareketinin açıklanması problem olmaktan çıkmıştı.
Ancak, problemin gök mekaniğini ilgilendiren boyutu hâlâ tam olarak açıklanamamıştı. Galilei'nin getirdiği eylemsizlik problemine göre dışarıdan bir etki olmadığı sürece cisim durumunu koruyacak ve eğer hareket halindeyse düzgün hızla bir doğru boyunca hareketini sürdürecektir.
Aynı kural gezegenler için de geçerlidir. Ancak gezegenler doğrusal değil, dairesel hareket yapmaktadırlar. O zaman bir problem ortaya çıkmaktadır. Niçin gezegenler Güneş'in çevresinde dolanırlar da uzaklaşıp gitmezler?
Newton bu sorunun yanıtını, Platon'dan beri bilinmekte olan ve miktarını Galilei'nin ölçtüğü gravitasyonda bulur. Ona göre, Yer'in çevresinde dolanan Ay'ı yörüngesinde tutan kuvvet yeryüzünde bir taşın düşmesine neden olan kuvvettir. Daha sonra Ay'ın hareketini mermi yoluna benzeterek bu olayı açıklamaya çalışan Newton, şöyle bir varsayım oluşturur:
Bir dağın tepesinden atılan mermi yer çekimi nedeniyle A noktasına düşecektir. Daha hızlı fırlatılırsa, daha uzağa örneğin A' noktasına düşer. Eğer ilk atıldığı yere ulaşacak bir hızla fırlatılırsa, yere düşmeyecek, kazandığı merkez kaç kuvvetle, yer çekim kuvveti dengeleneceği için, tıpkı doğal bir uydu gibi Yer'in çevresinde dolanıp duracaktır
Böylece yapay uydu kuramının temel prensibini de ilk kez açıklamış olan Newton, çekimin matematiksel ifadesini vermeye girişir. Kepler kanunlarını göz önüne alarak gravitasyonu F = M.m /r olarak formüle eder. Daha sonra gözlemsel olarak da bunu kanıtlayan Newton, böylece bütün evreni yöneten tek bir kanun olduğunu kanıtlamıştır. Bundan dolayı da bu kanuna evrensel çekim kanunu denmiştir.
Newton'un diğer bir katkısı da fizikte kuramsal evreyi gerçekleştirmiş olmasıdır. Kendi zamanına kadar bilimde gözlem ve deney aşamasında bir takım kanunların elde edilmesiyle yetinilmişti. Newton ise bu kanunlar ışığında, o bilimin bütününde geçerli olan prensiplerin oluşturulduğu kuramsal evreye ulaşmayı başarmış ve fiziği, tıpkı Eukleides'in geometride yaptığına benzer şekilde, aksiyomatik hale getirmiştir. Dayandığı temel prensipler şunlardır:
1. Eylemsizlik prensibi: Bir cisme hiçbir kuvvet etki etmiyorsa, o cisim hareket halinde ise hareketine düzgün hızla doğru boyunca devam eder, sükûnet halindeyse durumunu korur.
2. Bir cisme bir kuvvet uygulanırsa o cisimde bir ivme meydana gelir ve ivme kuvvetle orantılıdır (F = m.a).
3. Etki tepki prensibi: Bir A cismi bir B cismine bir F kuvveti uyguluyorsa, B cismi de A cismine zıt yönde ama ona eşit bir F kuvveti uygular.
Newton'un ağırlıkla ilgilendiği bir diğer bilim dalı da optiktir. Optik adlı eserinde ışığın niteliğini ve renklerin oluşumunu ayrıntılı olarak incelemiştir ve ilk kez güneş ışığının gerçekte pek çok rengin karışımından veya bileşiminden oluştuğunu, deneysel olarak kanıtlamıştır.
Bunun için karanlık bir odaya yerleştirdiği prizmaya güneş ışığı göndererek renklere ayrılmasını ve daha sonra prizmadan çıkan ışığı ince kenarlı bir mercekle bir noktaya toplamak suretiyle de tekrar beyaz ışığı elde edebilmiştir. Ayrıca her rengin belirli bir kırılma indisi olduğunu da ilk bulan Newton'dur.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Charles Darwin
Lamarck gibi türlerin değiştiğini kabul eden bir başka bilim adamı da Darwin'dir. Charles Darwin (1809-1882) Gallapagos Adaları'nda, evcil hayvanlar, özellikle güvercinler üzerinde yapmış olduğu araştırmaların sonuçlarını Türlerin Kökeni adlı eserinde sunmuştur.
Evrim teorisi olarak adlandırılan bu teoriye göre, koşulların değişmesine bağlı olarak canlı ya hemen değişir ya da uzun zaman içinde değişim gösterir. Eğer canlı değişmezse, yaşam şansını kaybeder. ‚ünkü yaşam ilkesi ekonomidir; her şeyin belli bir işlevi vardır ve o işlevi en iyi şekilde yapmak zorundadır; ona uymayan canlı kaybolur.
Eğer yaşam şartları değişmişse, canlının da buna bağlı olarak değişmesi gerekir; aksi taktirde mevcut fakat işe yaramayan bazı kısımlarını ya da organlarını beslemek ve kendi gücünü korumak için kullanacağı besinini gereksiz yere sarfetmek zorunda kalır.
Bu durumda yaşam savaşında başarılı olma şansını zorlar, hatta kaybedebilir. Bundan dolayıdır aynı görevi yapan organın sayısı fazlaysa, bunlar değişime uğrar ya da uzun süre değişmemiş organlar ve nisbeten az gelişmiş, basit canlılar, aynı şekilde, değişime geçirirler.
Canlı değişime konu olduğunda, kollar gibi benzer organları birlikte değişir. Genellikle, canlıdaki küçük gruplar, örneğin çeşitler türlere ve türler cinslere (genus) göre daha kolay değişmek-tedir.
Canlıda iki güç vardır: Doğa koşullarına uymak için en faydalı ve gerekli organları tutup diğerlerini atması, yani doğal eleme ve ataya geri dönme isteği. Genellikle, bu güçlerden birincisi hakim olur ve canlı doğa koşullarına göre değişir, ancak zaman zaman canlıda geriye dönüşler görülebilir. Bu geriye dönüşler bazen 20 nesil sonra bile görülebilmektedir.
Darwin'in canlıda değişimin ne kadar sürede oluştuğu gibi, evrim teorisiyle açıklayamadığı bazı sorular da vardı. Darwin bu soruya kesin bir yanıt vermez; ona göre bu, çok uzun bir zaman kesitini kapsayabilir.
Evrim teorisi zamanında ve daha sonra büyük tepkilere yol açmıştır. Bazı bilim adamları onu desteklerken, bazıları da şiddetle karşı çıkmıştır. Gerek karşı çıkanlar gerekse destekleyenler, teorinin lehinde ve aleyhinde deliller toplarken, biyolojinin gelişmesine de katkıda bulunmuşlar, özellikle embriyoloji, jeoloji, paleoantropoloji ve karşılaştırmalı anatomi konularındaki çalışmalardan delillerle görüşlerini desteklemişlerdir.
Darwin'e karşı olan bilim adamları canlının değişmediğini, türlerin sabit olduğunu kabul etmişlerdir. Onlara göre, değişme söz konusu olamaz; çünkü canlı yeni koşullara uymaya çalışırken, bunu başaramaz ve yok olur.
Örneğin, iklim değişip de ortalık bataklığa dönüştüğünde, canlı uyum sağlayamadan bataklıkta yok olup gider. Bunlar sönmüş türleri meydana getirir. Bunların en güzel delillerini fosiller bize sağlamaktadır.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Thomas Edison
İnsanlık tarihinin en büyük mucitlerinden biri olan Thomas Edison, 11 Şubat 1847’de Amerika’nın Ohio eyaletinde dünyaya geldi. Alman – İngiliz asıllı ve Hollanda göçmeni, koltukçu bir babanın ve İskoç asıllı eski bir Öğretmen olan annenin son ve yedinci çocuklarıydı. Babası’nın Milano’da işi bozulunca yedi yaşında Michigan'daki Mich Port Huron’a göç etmek zorunda kalmışlardı. Edison burada orta halli bir ailenin çocuğu olarak büyümeğe başladı ve ilköğrenimine burada başladı.
Fakat başladıktan yaklaşık üç ay sonra algılamasının yavaşlığı nedeniyle okuldan uzaklaştırıldı. Bundan sonraki üç yıl boyunca özel bir öğretmen tarafından eğitildi. Son derece meraklı ve yaratıcı kişiliğe sahip bir çocuk olan Edison, 10 yaşına geldiğinde kendisini fizik ve kimya kitaplarına verdi.
Oniki yaşına geldiğinde ailesine yardım etmek için Port Huron ile Detroit arasında çalışan trende gazete satmaya başlayan Edison, evlerindeki laboratuvarını trenin yük vagonuna taşıyarak, çalışmalarını burada sürdürdü. Bu dönemde Edison; Michael Faraday’ın “Experimental Research in Electricity” adlı yapıtını okudu ve derinden etkilendi.
Bunun üzerine bir yandan Faraday'ın deneylerini tekrarladı bir yandan da kendi deneylerine ağırlık vererek daha düzenli çalışmaya ve notlar tutmaya başladı.
Onbeş yaşına gelince kendi kazandığı tüm parayı bir baskı makinesine yatırdı ve Weekly Herald adlı bir gazete çıkardı. Bu gazetenin yazılarını kendisi trende yazıyor ve evde basıyordu. Ancak bir gün hareket halindeki bir furgona atlarken bir tren memuru tarafından yakalandı. Memur kulağını o kadar çekti ki günlerce kulak ağrısından kıvranmak zorunda kaldı. Ancak bu olay sonradan daha da ilerleyen sağırlığının başlangıcı oldu.
Edison onaltı yaşındayken telgrafçılığı öğrendi ve ve dört yıl boyunca Middle West’te telgraf memuru olarak dolaştı. Bir Mucit olma isteği onda bu yıllarda başladı.
1868'de kendine atölye kurdu ve aynı yıl geliştirdiği elektrikli bir oy kayıt makinasının patentini aldı. Aygıt oldukça ilgi topladı ama kimse tarafından satın alınmadı. Tüm parasını yitiren Edison, Boston'dan ayrılarak New York'a yerleşti. Edison'un şansı altın borsasının düzenlenmesinde kullanılan telgrafın bozulması üzerine döndü.
Borsa yetkililerinin istemi üzerine aygıtı ustaca tamir eden Edison, Western Union Telegraph Company'den geliştirilmekte olan telgraflı kayıt aygıtları üzerinde yetkinleştirme çalışması yapma önerisi aldı. Bunun üzerine bir arkadaşı ile birlikte Edison Universal Stock Printer mühendislik şirketini kurdu. Ve sattığı patentlerle kısa sürede önemli bir servet edindi.
Bu parayla New Jersey'deki Newark'ta bir imalathane kurarak telgraf ve telem aygıtları üretmeye başladı. Bir süre sonra imalathanesini kapatarak New Jersey'deki Menlo Park'ta bir araştırma laboratuvarı kurdu ve tüm zamanını yeni buluşlar yapmaya yönelik çalışmalara ayırdı. Edison’un patentini aldığı 1300’den fazla icadı vardır.
Edison, 1876'da Graham Bell'in geliştirdiği konuşan telgraf üzerinde çalışmaya başladı. Aygıta karbondan bir iletici ekleyerek telefonu yetkinleştirdi. Ses dalgalarının dinamiği üzerine yaptığı bu çalışmalardan yararlanarak 1877'de sesi kaydedip yineleyebilen gramafonu geliştirdi. Geniş yankı uyandıran bu buluşu ününün uluslararası düzeyde yayılmasına neden oldu.
1878'de William Wallace'in yaptığı 500 mum güçündeki ark lambasından etkilenen Edison, bundan daha güvenli olan ve daha ucuz bir yöntemle çalışan yeni bir elektrik lambasını geliştirme çalışmasına girişti. Bu amaçla açtığı bir kampanyanın yardımıyla önde gelen işadamlarının parasal desteğini sağladı ve Edison Electric Light Company'yi kurdu.
Oksijenle yanan elektrik arkı yerine havası boşaltılmış bir ortamda (vakum) ışık yayan ve düşük akımla çalışan bir ampul yapmayı tasarlıyordu. Bu amaçla 13 ay boyunca flaman olarak kullanabileceği bir ****l tel yapmaya uğraştı. Sonunda 21 Ekim 1879'da özel yüksek voltajlı elektrik üreteçlerinden elde ettiği akımla çalışan karbon flamanlı elektrik ampulünü halka tanıttı. Üç yıl sonra New York sokakları bu lambalarla aydınlanacaktı.
1879’da Edison bir elektrik ampulü icat etti. Kömürleştirilmiş iplikten Flamanlarla deneyler yaptıktan sonra karbonlaştırılmış kağıt flamanda karar kıldı. 1880’de evde güvenle kullanılabilecek ampuller üreterek tanesini 2,5 dolara satmaya başladı. Ancak 1878 yılında bir İngiliz bilim adamı olan Joseoh Swan da bir elektrik ampulü icat etmiştir. Ampul camdı ve içinde kömürleştirilmiş bir flaman bulunuyordu. Swan, ampulün içindeki havayı boşlattı çünkü havasız ortamda flaman yanıp tükenmiyordu. İşte son olarak da bu iki adam güçlerini birleştirmeye karar vererek Edison ve Swan Elektrikli Aydınlatma Şirketi’ni kurdular.
İki kez evlenerek altı çocuk sahibi olan Edison yaşamının sonuna kadar yeni buluşlar yapmaya devam etti. Geriye çığır açıcı buluşlarını yanı sıra, gözlemleriyle dolu 3.400 not defteri bıraktı.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Farabi
Felsefenin Müslümanlar arasında tanınmasında ve benimsenmesinde büyük görevler yapmış olan Türk filozoflarının ve siyasetbilimcilerinden Fârâbî'nin, fizik konusunda dikkatleri çeken en önemli çalışması, Boşluk Üzerine adını verdiği makalesidir. Fârâbî'nin bu yapıtı incelendiğinde, diğer Aristotelesçiler gibi, boşluğu kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Fârâbî'ye göre, eğer bir tas, içi su dolu olan bir kaba, ağzı aşağıya gelecek biçimde batırılacak olursa, tasın içine hiç su girmediği görülür; çünkü hava bir cisimdir ve kabın tamamını doldurduğundan suyun içeri girmesini engellemektedir. Buna karşılık eğer, bir şişe ağzından bir miktar hava emildikten sonra suya batırılacak olursa, suyun şişenin içinde yükseldiği görülür. Öyleyse doğada boşluk yoktur.
Ancak, Fârâbî'ye göre ikinci deneyde, suyun şişe içerisinde yukarıya doğru yükselmesini Aristoteles fiziği ile açıklamak olanaklı değildir. Çünkü Aristoteles suyun hareketinin doğal yerine doğru, yani aşağıya doğru olması gerektiğini söylemiştir.
Boşluk da olanaksız olduğuna göre, bu olgu nasıl açıklanacaktır? Bu durumda Aristoteles fiziğinin yetersizliğine dikkat çeken Fârâbî, hem boşluğun varlığını kabul etmeyen ve hem de bu olguyu açıklayabilen yeni bir varsayım oluşturmaya çalışmıştır. Bunun için iki ilke kabul eder:
1. Hava esnektir ve bulunduğu mekanın tamamını doldurur; yani bir kapta bulunan havanın yarısını tahliye edersek, geriye kalan hava yine kabın her tarafını dolduracaktır. Bunun için kapta hiç bir zaman boşluk oluşmaz.
2. Hava ve su arasında bir komşuluk ilişkisi vardır ve nerede hava biterse orada su başlar.
Fârâbî, işte bu iki ilkenin ışığı altında, suyun şişenin içinde yükselmesinin, boşluğu doldurmak istemesi nedeniyle değil, kap içindeki havanın doğal hacmine dönmesi sırasında, hava ile su arasındaki komşuluk ilişkisi yüzünden, suyu da beraberinde ***ürmesi nedeniyle oluştuğunu bildirmektedir.
Yapmış olduğu bu açıklama ile Fârâbî, Aristoteles fiziğini eleştirerek düzeltmeye çalışmıştır. Ancak açıklama yetersizdir; çünkü havanın neden doğal hacmine döndüğü konusunda suskun kalmıştır.
Bununla birlikte, Fârâbî'nin bu açıklaması, sonradan Batı'da Roger Bacon tarafından doğadaki bütün nesneler birbirinin devamıdır ve doğa boşluktan sakınır biçimine dönüştürülerek genelleştirilecektir.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
İbn Sina (980 - 1037)
Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn Sînâ (980-1037) matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir.
Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuraminın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır. İbn Sînâ'ya göre, her element sadece kendisine özgü niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz ****llerden altın ve gümüş gibi daha değerli ****llerin elde edilmesi mümkün değildir.
İbn Sînâ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles'in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu.
İbn Sînâ bu çelişik durumu görmüş, yapmış olduğu gözlemler sırasında hava ile rüzgârın güçlerini karşılaştırmış ve Aristoteles'in haklı olabilmesi için havanın şiddetinin rüzgârın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır; oysa meselâ bir bir ağacın yakınından geçen bir ok, ağaca değmediği sürece, ağaçta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, rüzgar ağaçları sallamakta ve hatta kökünden kopartabilmektedir; öyleyse havanın şiddeti cisimleri taşımaya yeterli değildir.
İbn Sînâ'ya Aristoteles'in yanıldığını gösterdikten sonra, kuvvetle cisim arasında herhangi bir temas bulunmadığında hareketin kesintiye uğramamasının nedenini araştırmış ve bir nesneye kuvvet uygulandıktan sonra, kuvvetin etkisi ortadan kalksa bile nesnenin hareketini sürdürmesinin nedeninin, kasri meyil (güdümlenmiş eğim), yani nesneye kazandırılan hareket etme isteği olduğunu sonucuna varmıştır.
Üstelik İbn Sînâ bu isteğin sürekli olduğuna inanmaktadır; yani ona göre, ister öze âit olsun ister olmasın, bir defa kazanıldı mı artık kaybolmaz. Bu yaklaşımıyla sonradan Newton'da son biçimine kavuşan eylemsizlik ilkesi'ne yaklaştığı anlaşılan İbn Sînâ, aynı zamanda nesnenin özelliğine göre kazandığı güdümlenmiş eğimin de değişik olacağını belirtmiştir.
Meselâ elimize bir taş, bir demir ve bir mantar parçası alsak ve bunları aynı kuvvetle fırlatsak, her biri farklı uzaklıklara düşecek, ağır cismimler hafif cisimlere nispetle kuvvet kaynağından çok daha uzaklaşacaktır.
İbn Sînâ'nın bu çalışması oldukça önemlidir; çünkü 11. yüzyılda yaşayan bir kimse olmasına karşın, Yeniçağ Mekaniği'ne yaklaştığı görülmektedir. Onun bu düşünceleri, çeviriler yoluyla Batı'ya da geçmiş ve güdümlenmiş eğim terimi Batı'da impetus terimiyle karşılanmıştır.
İbn Sînâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir, ancak, İbn Sînâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16. yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19. yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-Kânûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir.
Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitab'ı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitab'ı basit ilaçlar, Üçüncü Kitab'ı patoloji, Dördüncü Kitab'ı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve Beşinci Kitab'ı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.
İslam tarihinde önemli adımların atıldığı bir dönemde bilim hususunda daha sonra gelişecek olan Avrupa biliminde de önemli etkileri olacak olan İbn Sina, geliştirdiği felsefeyle de daha sonraları bir çok İslam alimi tarafından da eleştirilmiştir.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Ferdinand Porsche
Alman otomobil tasarımcısı sonraları "böcek" adı altında dünya çapında satış rekorları kıran KdF- Wagen'i (otomobil) 1935'ten itibaren üretmeye başladı. Porsche, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilk spor otomobili geliştirdi.
Porsche, Maffersdorf/Bohemia'da musluk tamircisi bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Boş zamanlarında teknik ve elektrikle uğraştı. Liseyi bitirdikten sonra Viyana'ya giderek Teknik Üniversiteye dinleyici öğrenci olarak yazıldı. İlk işini elektrik motorları üreten bir işletmede buldu.
Otomobil tutkusunun farkına burada vardı. Lohner-Porsche Porsche 1900'daki Paris Fuarı'nda, kendi buluşu olan ve dingillerindeki elektrik motorlarıyla çalışan otomobili sergiledi.
Taşıt aracını Viyana saray arabaları yapımcısı Lohner şirketinin elemanı olarak yaptığı için, bu yeni otomobil Lohner-Porsche olarak tanındı. Bunun hemen ardından düşüncesini daha da geliştirerek elektrik motorlarını bir benzin motoru aracılığıyla besledi. Bu yeni tahrik biçimiyle şanzıman dişlisine gerek kalmıyordu.
Porsche teknik müdür olarak Viyana Neustadt'taki Austro-Daimler şirketine geçti. Burada tanınmış bir uzun mesafe yarışı olan Prinz-Heinrich-Fahrt için yaptığı otomobille yarışı bizzat kazandı.
Porsche ayrıca uçak motorları ve Birinci Dünya Savaşı'nda topları taşıyan çekici araç tasarımcısı olarak kendisine bir isim yaptıktan sonra, savaşın ardından tasarladığı iki binek otomobiliyle Austro-Daimler'deki son başarılarına imza attı. 1923'te firmanın Stuttgart'taki merkezine teknik müdür ve tasarımcı olarak geçti. Avusturya'daki Steyr şirketinde kısa bir süre (1928-30) çalıştıktan sonra, 55 yaşında bağımsızlığı seçti.
Kendi Şirketi Uluslararası bir şöhrete sahip olan Porsche, yorulmak bilmeksizin daha başka teknik yenilikler de geliştirdi ve çeşitli firmalar için komple yeni otomobiller tasarladı.
Esnekliği dolayısıyla yüklenme halinde dönebilen bir amortisör elemanı olan döner çubuk yaylanıcısını (süspansiyonunu) buldu. Sıkışık parasal durumunu, ardından gelen yıllarda Nasyonal Sosyalist rejimin önemli bir taşıt aracı danışmanı olarak düzeltti. İyi kişisel ilişkilerinin ve ortak çıkarlarının bulunduğu Hitler'in buyruğuyla Porsche, geniş halk kitlelerinin satın alabilecekleri sağlam bir otomobil tasarımına başladı.
Hitler'in diğer koşulları şunlardı: Saatte 100 kilometrelik hız, 4-5 kişilik yer,100 kilometrede en fazla 8 litrelik benzin tüketimi, 1.000 RM'nin (Reichsmark) altında satış fiyatı. 1936'da 4 silindirli Boxer motorlu, 22 beygir güçlü ve 984 cc hacimli ilk 3 test otomobili hazırdı.
Sonradan "Volkswagen" (böcek) olarak adlandırılan hava soğutmalı otomobil, önce Alman İşçi Birliği çerçevesindeki Nasyonal Sosyalist Yardım Kuruluşu "Kraft durch Freude"den (Neşeden güç doğar) esinlenerek "KdF-Wagen" olarak piyasaya çıktı. Porsche genelde bu otomobilin mucidi olarak kabul edildiği halde asıl konstrüksiyon planları, tasarımını 1925'ten itibaren geliştiren ve Porsche'ye 1932'de bunları boş yere öneren Çekoslavakya'lı Bela Barenyi'ye aitti.
Savaş İçin Tasarımlar 1937'de NSDAP'ye (Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi) giren Porsche bir yıl sonra SS'e de katıldı. Buna karşın, yalnız işini düşünen ve politikayla ilgisi olmayan bir insan olarak tanındı. Basit bir tasarımcıyken Wolfsburg'daki Volkswagen AG'nin kurucusu ve yöneticisi oldu. Porsche burada "böcek"in seri üretimine başladı.
Yeni teknik gelişmelere tutkun olan Porsche, İkinci Dünya Savaşı'nda askeri araç üretimine ağırlık verdi. Alman Devleti'nin en büyük ulusal onur madalyasını aldıktan sonra "profesör" ünvanını kullanabilen zırhlı araç tasarımcısı olarak ön plana geçti. Ayrıca Volkswagen'i askeri amaçla cip ve yüzer araç haline getirdi. Porsche'nin işletmesi savaşın bitmesine bir yıl kala Gmünd/ Karnten'e nakledildi.
Almanya'nın teslim oluşundan sonra tutuklanan Porsche bir Fransız cezaevinde kaldı. 1947'de kefaletle serbest bırakıldı. Bundan böyle, oğlu Ferry'nin yönetimi altında onarım işleri ve yedek parça üretimiyle ayakta kalmaya çalışan Karnten'deki fabrikasına kendini adadı.
1948'de kendi adı altında tanınan, 40 beygir gücündeki bir VW motoruyla donatılmış olan ilk spor arabasını piyasaya çıkarttı. İşletmesi 1950'de tekrar Stuttgart'a nakledildi ve Porsche burada 75 yaşında öldü
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Aristoteles
Aristoteles, Ege Denizi'nin kuzeyinde bulunan Stageria'da doğmuştur (M.Ö. 384-322). O dönemde, Stageria'da İyon kültürü egemendir ve Makedonyalıların buraları istila etmeleri bile bu durumu değiştirmemiştir. Bu nedenle Aristoteles'e bir İyonya filozofu denilebilir.
Annesi hakkında adından başka hiçbir şey bilinmemektedir; babası Nicomaihos, hekimdir ve Makedonya Krallarından Amyntus'un (M.Ö.393-370) hekimliğine getirildiğinde, ailesi ile birlikte Stageria'dan Makedonya'nın başkentine taşınmıştır.
Aristoteles burada öğrenim görmüş ve savaş yaşamına ilişkin ayrıntılı bilgiler ve deneyimler edinmiştir; bir taraftan İyon ve diğer taraftan Makedonya etkileriyle biçimlenmiş ve gençliğinde, ilgisini daha çok tıp üzerinde yoğunlaştırmıştır.
17 yaşına geldiğinde öğrenimini tamamlaması için Atina'ya gönderilen Aristoteles, hayatının 20 yılını (M.Ö. 367-347) burada geçirmiştir. Atina'ya gelir gelmez, Platon'un öğrencisi olarak Akademi'ye girmiş ve hocasının ölümüne kadar burada kalmıştır. Platon, sürekli olarak çekiştiği bu değerli öğrencisinin zekasına ve enerjisine hayran kalmış ve ona Yunanca'da akıl anlamına gelen Nous adını vermiştir. Atina'da kaldığı süre içerisinde Aristoteles, başka hocaları da izlemiş ve mesela Agora'da politik dersler almıştır.
Bir sarraf olarak iş hayatına atılmış ve daha sonra çok varlıklı olmuş Hermenias, kısa bir süre içinde çok geniş toprakları mülk edinmiş ve Aterneus'un yöneticiliğine gelmişti.
Akademi'nin öğrencisi ve hocası Platon'un hayranıydı. Onun devlet yönetimine ilişkin önerilerini çok olumlu karşılıyor ve Platon'un önderliğinde daha iyi bir yönetim oluşturmak istiyordu. Bu amaçla Assos'ta Akademi'nin kolu olan bir okul kurmuştu. Platon'un ölümünden sonra, Aristoteles bu okulda görev aldı ve üç yıl boyunca burada çalıştı. Bir ara Hermenias'ın yeğeni Pythias ile evlendi.
Aristoteles, Assos'ta kaldığı süre içerisinde, zaman zaman dostu Teofrastos'un memleketi olan Mytilen'e gitmiştir. Bu seyahatlar, Aristoteles'in gözlemler yapması ve kendisini yetiştirmesi açısından çok yararlı olmuştur.
Bu sıralarda II. Philip, oğlu İskender için iyi bir öğretmen aramaktaydı ve Assos'taki okulun yöneticisi olan Aristoteles, yavaş yavaş dikkatini çekmeye başlamıştı. Görev, Aristoteles'e önerildi ve o da bu öneriyi seve seve kabul ederek, II. Filip'in oturmakta olduğu Pella'ya gitti. Aristoteles'in öğretmenliği, 343 yılından 340 yılına kadar sürdü.
İskender, 336'da babası ölünce, onun yerine geçti ve eski öğretmeni Aristoteles'i danışman olarak atadı. Daha sonra İskender Yunanistan'daki ve Balkanlar'daki ayaklanmaları bastırmak üzere harekete geçince, Aristoteles, onu bırakarak, büyük idealini gerçekleştirmek amacıyla, yani yeni bir okul kurmak amacıyla Atina'ya döndü.
İskender'in M.Ö. 323 yılında ölmesi, Aristoteles'i çok güç bir durumda bırakmıştı; çünkü Lise'nin kurulması sırasında İskender'in yapmış olduğu yardımlar ve Hermenias için yazmış olduğu zafer türküsü, Atina'daki düşmanları tarafından hatırlanmıştı.
Aristoteles, dinsizlikle suçlandı ve Atinalıların, Sokrates'i ölüme mahkum etmekle işlemiş oldukları suçu yinelememeleri için Chalcis'e kaçtı ve orada yakalanmış olduğu bir hastalık sonucunda M.Ö. 322 yılında öldü.
Aristoteles'in hiçbir resmi kalmamıştır. Diogenes'e göre, ince bacaklı ve küçük gözlüymüş. Viyana'daki Sanat Tarihi Müzesi'nde sergilenmekte olan mermer başın Aristoteles'e ait olduğu iddia edilmekteyse de, bunu kanıtlayacak herhangi bir ipucu yoktur.
Aristoteles, İskender'i bırakarak Atina'ya döndüğünde, oradaki dostlarıyla buluşmuştu; ama aradan 20 yıl geçmiş olduğu için, artık eski okuluna dönemezdi. Başka bir okul kurmaya karar verdi ve bu maksatla kentin batısında bulunan ve Apollon Lyceios'un (Kurt Tanrı) anısına ayrılmış olan ormanlık alanı seçti. İşte bugün de kullanmakta olduğumuz Lise adı, bu Lyceios'tan gelmektedir.
Lise'de eğitim ve öğretimin nasıl yapıldığına ilişkin kesin bir bilgiye sahip değiliz; ancak bazı kaynakların bildirdiğine göre, sabahları yeni başlayanlara, akşamları ise geniş halk kitlelerine dersler verilmekteymiş.
Akademi ve Lise, aslında felsefe öğretimi veren okullardı. Ancak Akademi, daha çok ****fiziğe ve bu arada ahlak ve siyaset gibi konulara yönelmişti. Lise'de ise araştırmalar, Aristoteles'in daha çok mantık ve bilimlerle ilgilenmesi nedeniyle, bu alanlarda yoğunlaşmıştı.
Aristoteles 13 yıl boyunca Lise'nin yöneticiliğini yaptı ve ölümünden sonra yerine arkadaşı Teofrastos geçti. Teofrastos, 37 yıl bu okulun yöneticiliğini üstlendi ve yapmış olduğu yeni düzenlemelerle Lise'yi kurumsallaştırmayı başardı; ancak Lise, Akademi kadar uzun ömürlü olamadı.
Aristoteles'in matematik bilgisi araştırmalarına yeterli olacak düzeydeydi; bilimleri matematik, fizik ve ****fizik olarak üç bölüme ayırırken, Platon gibi, matematiğe - yani aritmetik, geometri, astronomi ve müzik bilimlerine - bir öncelik tanımıştı; ancak uygulamalı matematikle ilgilenmiyordu.
"Eşit şeylerden eşit şeyler çıkarılırsa, kalanlar eşittir." veya "Bir şey aynı anda hem var hem de yok olamaz (üçüncü durumun olanaksızlığı ilkesi)" gibi aksiyomların bütün bilimler için ortak olduğunu, postülaların ise sadece belirli bir bilimin kuruluşunda görev yaptığını söyleyerek, aksiyom ile postüla arasındaki farklılığa işaret etmişti. Aristoteles'in, süreklilik ve sonsuzluk hakkında yapmış olduğu temkinli tartışmalar, matematik tarihi açısından oldukça önemlidir. Sonsuzluğun gerçek olarak değil, gizil olarak varolduğunu kabul etmiştir. Bu temel sorunlar üzerindeki görüşleri, daha sonra Archimedes ve Apollonios tarafından yeniden işlenip değerlendirilecektir.
Aristoteles, astronomiye ilişkin görüşlerini Fizik ve ****fizik adlı eserlerinde açıklamıştır; bunun nedeni, astronomi ile fiziği birbirinden ayırmanın olanaksız olduğunu düşünmesidir. Aristoteles'e göre, küre en mükemmel biçim olduğu için, evren küreseldir ve bir kürenin merkezi olduğu için evren sonludur.
Yer evrenin merkezinde bulunur ve bu yüzden, evrenin merkezi aynı zamanda Yer'in de merkezidir. Bir tek evren vardır ve bu evren her yeri doldurur; bu nedenle evren-ötesi veya evren-dışı yoktur. Ay, Güneş ve gezegenlerin devinimlerini anlamlandırmak için Eudoxos'un ortak merkezli küreler sistemini kabul etmiştir.
Acaba Aristoteles bu kürelerin gerçekten varolduğuna inanıyor muydu? Elimizde buna ilişkin kesin bir kanıt bulunmamakla birlikte, geometrik yaklaşımı mekanik yaklaşıma dönüştürmüş olması, inandığı yönündeki görüşü güçlendirmektedir.
De Caelo'da (Gökler Üzerine) yapmış olduğu en son belirlemelere göre, en dışta bulunan Yıldızlar Küresi, yani evreni harekete getiren ilk hareket ettirici, aynı zamanda en yüksek tanrıdır. ****fizik'te ise, Yıldızlar Küresi'nin ötesinde, sevenin sevileni etkilediği gibi gökyüzü hareketlerini etkileyen, hareketsiz bir hareket ettiricinin bulunduğunu söylemiştir. Öyleyse Aristoteles, yalnızca gökcisimlerinin tanrısal bir doğaya sahip olduğuna inanmakla kalmamakta, onların canlı varlıklar olduğunu da kabul etmektedir.
Bu evrenbilimsel kuram, Fârâbî ve İbn Sinâ gibi Ortaçağ İslâm Dünyası'nın önde gelen filozofları tarafından da benimsenecek ve Kuran-ı Kerim'de tasvir edilen Tanrı ve Evren anlayışıyla uzlaştırılmaya çalışılacaktır.
Aristoteles'e göre, Evren, Ayüstü ve Ayaltı Evren olmak üzere ikiye ayrılır; Yer'den Ay'a kadar olan kısım, Ayaltı Evren'i, Ay'dan Yıldızlar Küresi'ne kadar olan kısım ise Ayüstü Evren'i oluşturur.
Bu iki evren yapı bakımından çok farklıdır. Ayüstü Evren ve burada yer alan gökcisimleri, eterden oluşmuştur; eterin, mükemmel doğası, Ayüstü Evren'e ezelî ve ebedî bir mükemmellik sağlar. Buna karşılık, Ayaltı Evren, her türlü değişimin, oluş ve bozuluşun yer aldığı bir evrendir.
Burası, ağılıklarına göre, Yer'in merkezinden yukarıya doğru sıralanan dört temel öğeden, yani toprak, su, hava ve ateşten oluşmuştur; toprak, diğer üç öğeye nispetle daha ağır olduğu için, en altta, ateş ise daha hafif olduğu için, en üstte bulunur. Aristoteles'e göre, bu öğeler, kuru ve yaş ile sıcak ve soğuk gibi birbirlerine karşıt dört niteliğin bireşiminden oluşmuştur.
Varlık biçimlerinin mükemmel olmaları veya olmamaları da Yer'in merkezine olan uzaklıklarına göre değişir. Bir varlık Yer'e ne kadar uzaksa, o kadar mükemmeldir. Bundan ötürü, merkezde bulunan Yer mükemmel olmadığı halde, merkeze en uzakta bulunan Yıldızlar Küresi mükemmeldir. Bu mükemmel küre, aynı zamanda Tanrı, yani ilk hareket ettiricidir.
Aristo'nun bu ve diğer görüşleri orta çağ boyunca bir çok filozozu etkilemiş, ve daha sonraki dönemleri de şekillendirmiştir. belki de felsefenin temel ilkeleri Arsito mantığı üzerine kurgulanmıştır.
NIKOLA TESLA
"Nikola Tesla" adı size bir şey hatırlatıyor mu? Tanıdık geliyor mu bir yerlerden? Eminim ki Tesla'nın adını duyan Türk vatandaşlarının sayısı pek azdır...
Nikola Tesla, bir takım çevrelerce bilim dünyasından adeta silinmeye çalışılan büyük bir isim. Tesla o kadar çok ve önemli bilimsel gelişmeye imza atmış bir şahsiyet ki kendisi ancak Edison ile kıyaslanabilir. Hatta ondan bile daha önemli işler yaptığını söylemek asla yanlış olmayacaktır.
Nikola Tesla 1856 yılında Hırvatistan'da dünyaya geldi. İnanılmaz bir hafızası vardı. Altı dili çok rahat konuşabiliyordu. Gratz'daki Bilim Enstitüsü'nde 4 sene Matematik, Fizik ve Mekanik okudu. Ama onun esas ilgi alanı elektrik oldu. O dönemlerde elektrik henüz emekleme dönemini yaşayan çok yeni bir bilim dalı durumundaydı. Akkor telli ampul daha icat edilmemişti bile.
Tesla 1884 yılında ABD'ye geldi. Cebindeki tavsiye mektubunun yardımı ile mucit Thomas Edison'un yanında çalışmaya başladı. Edison o günlerde akkor telli ampulü yeni icat etmişti ve elektriğin aktarılması konusunda bir sistem geliştirmeye çalışıyordu. Edison bu noktada doğru akıma (DC) güveniyordu. Ancak DC o kadar çok sorun çıkarıyordu ki bir türlü istediği sonuçları elde edemiyordu.
Bir gün Tesla'yı yanına çağırdı ve sistemdeki sorunları çözerse kendisine büyük bir maddi ödül vereceğini söyledi. Tesla, Edison'u, o günün parası ile 100,000, bugünün parasıyla milyonlarca Dolarlık bir masraftan kurtararak sistemdeki aksaklıkları giderdi. Ama Edison vaadettiği ödülü vermedi. Tesla, bu durum üzerine Edison'un laboratuarındaki görevinden istifa etti. Edison, sözünden dönmekle kalmadı bir de Tesla'nın bundan sonraki bilimsel kariyerini kötülemeye, onu aşağılamaya başladı. Bugün Tesla'nın bu kadar az bilinen bir isim olmasının altında Edison'un bu çabalarının büyük payı vardır.
Tesla elektriğin taşınması için Edison'unkinden çok daha iyi bir sistem geliştirdi. Sistemde DC yerine alternatif akım (AC) kullandı. Tesla'nın geliştirdiği transformatörler vasıtası ile elektriği ince kablolar üzerinden uzak mesafelere kayıpsız taşımak mümkündü artık. Oysa DC temeline dayanan aktarım sisteminde her bir mil kare için büyük bir elektrik santrali kurmak ve çok kalın kablolar kullanmak gerekiyordu.
Ancak taşınacak elektriği kullanacak cihazlar olmadan bu sistemin herhangi bir pratik anlamı yoktu.
Tesla bundan sonra elektrikle çalışan motorlar yapmaya başladı. 19uncu Yüzyıl'ın sonlarında hiçbir bilim adamı, AC kullanan motorların gerçek olabileceğine ihtimal vermiyordu. Saniyede altmış kere yön değiştiren bir akımla çalışan motorun bir ileri bir geri gideceğini ve sonuç olarak hiçbir yere gidemeyeceğini düşünüyorlardı. Tesla böyle düşünenleri yanıltarak ilk AC elektrik motorunu icat etti.
Tesla'nın en önemli özelliklerinden biri oturup şöyle ya da böyle bir cihaz ya da sistem geliştireceğini söylemesi sonra da bunu gerçekten de aynen dediği gibi yapmasıydı.
Bir keresinde, Edison'un çalışma yöntemleri hakkında şöyle konuşmuştu: "Edison, bir samanlıkta kayıp bir iğneyi bulmak durumunda olsa bir balarısı çalışkanlığı ile tüm samanların altına tek tek bakarak söz konusu iğneyi bulmaya çalışır. Ben bilimsel çalışmalarında buna sık sık tanık olurdum. Oysa biraz teorik çalışma, biraz da hesaplama yapmak suretiyle harcadığı vakit ve emeğin yüzde doksanından tasarruf edebilirdi."
Tesla öyle büyük bir bilim adamı idi ki daha dünya fluoresan ampulle tanışmadan 40 sene önce kendi laboratuarını fluoresan ampullerle aydınlatıyordu. Çeşitli dünya fuarlarında ve sergilerde cam tüpleri alıp ünlü bilim adamlarının adını oluşturan ampuller yapıyordu. Günümüzdeki neon ampullerin ilk örnekleriydi bunlar.
Tesla dünyanın ilk hidroelektrik santralinin de mucidiydi. Niagara Şelalesi'nin üzerinde kurulu olan ilk hidroelektrik santral, "Tesla" imzasını taşıyordu.
Otomobillerde kullanılan ilk hızölçeri de Tesla icat etti.
Bu arada AC konusundaki başarıları George Westinghouse adındaki bir girişimcinin kulağına gitmişti. Westinghouse, Tesla ile bir sözleşme imzaladı. Sözleşmeye göre, Westinghouse, sattığı her bir kilovat AC elektrik için Tesla'ya 2.50 Dolar verecekti. Tesla bir anda tasarladığı ama parasızlık nedeniyle gerçekleştiremediği çalışmaları için nakit paraya kavuşmuştu.
Ancak Edison da DC sistemi için büyük yatırımlar yapmıştı. Tesla'nın AC sistemini yerden yere vurmak konusunda her vesileyi ustalıkla değerlendiriyordu. AC'nin DC'ye oranla çok tehlikeli olduğunu iddia ediyordu. Tesla bu karalama kampanyasına karşı kendi pazarlama kampanyasını başlattı. 1893'te Chicago'da düzenlenen Dünya Fuarı'nda (fuarı 21 milyon kişi ziyaret etmişti) AC'nin ne kadar güvenli olduğunu göstermek içinden vücudundan geçirdiği elektrik ile çok sayıda ampul yaktı. Daha sonra kendi adını verdiği bobinleri kullanarak şimşek yaratıp bunları izleyicilerin üzerine fırlattı. Tabii ki kimseye bir şeycikler olmadı.
Tesla'nın Westinghouse'dan alacağı ücretin 1 milyon Dolar'ı geçmesi Westinghouse'ı malî sorunlarla yüz yüze getirdi. Tesla, sözleşmesi geçerli olduğu sürece Westinghouse'un iflas edebileceğini idrak ederek sözleşmesini yırtıp attı. Çünkü onun en büyük amacı insanlara ucuz AC elektrik verebilmekti. Dünyanın ilk milyarderi olmaktansa patentleri karşılığında kendisine ödenen 216,600 Dolar'a razı oldu.
1898 yılında, Madison Square Garden'da hazır bulunan izleyicilere, ilk uzaktan kumandalı tekneyi tanıştırdı.
Tesla halka ucuzdan da öte bedava elektrik enerjisi temin etme hayalleri kurmaya başlamıştı. 1900'de yatırımcı J.P. Morgan'ın 150,000 Dolar'lık malî desteği ile Long Island'da "Kablosuz Yayın Sistemi"ni kurdu. Bu yayın kulesi dünyanın ilk telefon ve telgraf hizmeti verecek, aynı zamanda dünyaya resim, borsa haberleri ve hava durumu yayını yapacak bir tasarımdı. Morgan bunun gerçek anlamda "bedava enerji" olduğunu anlayınca desteğini çekti. Morgan'ın desteğini çekmesi Tesla'yı finansal sorunlar içine sürükledi. Kule, hurda fiyatına alacaklılara satıldı. Dünya Tesla'nın çatlak olduğunu düşünmeye başlamıştı. O dönemde sesin, resimlerin ve elektriğin bu şekilde yayılması duyulmuş şey değildi çünkü.
Oysa insanların bilmediği bir şey vardı. Tesla'nın, Marconi'nin "radyoyu icat ettim" diye ortaya çıkmasından 10 sene önce radyonun temel çalışma prensiplerini ortaya koymuş olduğuydu. Aslında, 1943 yılında yani Tesla'nın öldüğü sene ABD Yüksek Mahkemesi Marconi'nin patentlerini Tesla'nın bu konuda daha önce gerçekleştirdiği çalışmalar nedeniyle iptal etti. Ancak bu konu neredeyse hasır altı edildi ve hemen hemen hiçbir zaman gündeme getirilmedi. Halâ bir çok başvuru kaynağında Marconi radyonun babası olarak gösterilirken Tesla'nın adından hiç söz edilmez. Şunu da belirtmekte fayda var: Marconi'nin radyosu ses iletmiyor sadece sinyal yayabiliyordu. Oysa bu, Tesla'nın Marconi'den seneler önce gerçekleştirdiği bir şeydi.
İşte bu noktada basın Tesla'nın iddialarını abartmaya başladı. Güya, Tesla, Mars'tan ve Venüs'ten sinyaller aldığını söylemişti. Bugün biliyoruz ki Tesla gerçekten de uzak birtakım yıldızlardan sinyaller almıştı. Ama o yıllarda uzay hakkında pek az şey biliniyordu. Basın, bilir bilmez Tesla'nın bazı iddialarını bire bin katarak kamuoyunun gündemine getiriyordu. Uzaylılarla konuştuğunu söyleyenler bile vardı.
Manhattan'daki laboratuarında çalışmalarını sürdüren Tesla, dünyayı, radyolardaki istasyon arama düğmesine benzer dev bir ayar düğmesi haline getirmeyi başarmıştı. Ayrıca yeryüzü ile aynı frekansta titreşim üretmeye yarayacak, buhar gücü ile işleyen bir titreşim cihazı yapmıştı. Sonuçta ne mi oldu? Yakın çevredeki bütün apartmanları sarsan şiddetli bir deprem meydana getirdi. Binalar zangır zangır sarsıldı, camlar kırıldı, boya ve sıvalar duvarlardan döküldü. Tesla'nın hesaplarına göre aynı sistemle Empire State binasını yok etmek hatta dünyayı ortasından ikiye ayırmak da pekala mümkündü. Tesla, bilim dünyanın rezonans frekanslarını hesaplamadan 60 sene önce bu işi yapmıştı. Tesla'nın dünyayı ikiye ayırmak konusunda deney yapmadığını düşünenler varsa hemen söyleyelim ki yanılıyorlar.
1899'da Colorado Springs'teki laboratuarında buna benzer bir girişimde bulundu. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna gidip sonra da kaynağına geri dönecek enerji dalgaları gönderdi. Dalgalar geri geldiğinde bu dalgalara bir miktar elektrik daha yükleyerek bir daha gönderdi. Sonuçta insan elinden çıkan en büyük şimşek yaratılmış oldu. Tam 40 metrelik dev bir şimşekti Tesla'nın bu deney sonucunda elde ettiği rekor hala kırılamamıştır. Şimşeğin gürültüsü 35 km. mesafeden işitildi. Laboratuvarın etrafındaki alan garip bir mavi ışıkla kaplandı. Ama bütün bunlar Tesla'nın esas gösterisi öncesinde yaptığı ısınma çalışmaları gibiydi. Ne yazık ki laboratuvarında deneylere devam ederken kendine ait elektrik santralinin donanımını havaya uçurdu ve bir daha da onarması mümkün olmadı.
1. Dünya Savaşı'nda ABD devleti Alman denizaltılarını tespit edecek bir sistem geliştirme çabasına girmişti ve bunun için Edison'dan yardım istemişti. Tesla'nın bu konudaki önerisi enerji dalgaları kullanmak oldu. Bugün bu sisteme radar demekteyiz. Edison, Tesla'nın önerisini doğal olarak reddetti. Çok saçma bir öneriydi ona göre bu öneri. Dünya, bu nedenle radarın icadını 25 sene beklemek zorunda kaldı.
Tesla'nın başarıları karşısında elde ettiği ödül neydi dersiniz? Edison Madalyası!.. Edison tarafından sürekli eleştirilen birine bundan daha kötü bir ödül olamazdı. Sanayi dünyasının onu bilim literatüründen silme çabası işe yaradı. Yaklaşık 20 sene tecrit edilmiş bir yaşam sürdü ve modern dünyanın kurucularından Nicola Tesla, 7 Ocak 1943'te, 86 yaşında neredeyse beş parasız bir şekilde öldü. Teorilerini deneyecek mali kaynaklardan yoksun olduğu için sadece not tutabiliyordu. Arkasında tonlarca not defteri bıraktı. Bu defterler FBI tarafından hasıraltı edildi. Gün ışığına çıkarılmadı.
Ömrü boyunca 800 icadın patentini aldı. Eğer mali destekten yoksun kalmasaydı Edison'un rekorunu rahatlıkla kırabilecek bir insandı. Hayatının son 30 senesinde pek az patent alabildi. Dünya ne yazık ki Tesla'nın dehasına sahip insanları mali açıdan ödüllendirmeyi pek sevmiyor. Ödüllendirilenler sadece orijinal fikirleri alıp bu fikirleri üretime dönüştürüp satanların oluyor.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz